SON DAKİKA
Hava Durumu

AK Parti'nin Kemalizm ile sınavı

Yazının Giriş Tarihi: 23.12.2017 21:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.12.2017 21:30
Türkiye’deki iktidar ve siyaset dengeleri içinde AK Parti’nin durup dururken ortaya çıkarak “Atatürk de kim oluyor” diye bir çıkış yapmasını 15 yıldan beri hiç kimse beklemedi. AK Parti’yi yöneten kadroda bu süre içinde siyasi dengeleri hesaba katarak orta bir yolu izlemeye çalıştı. Teslim etmeli ki bunda başarılı da olmuştur.

Ne var ki önce 29 Ekim 2017 ardından da 10 Kasım 2017 törenlerinde CB Erdoğan’ın “cumhuriyeti biz kurduk biz koruduk” çıkışının ardından 10 Kasım günü “Birileri çıkmış biz Atatürk'e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir. Söylemi marksist, faşist çevrelerin tekeline mi bırakacağız. CHP gibi amorf bir partinin Atatürk'ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz” gibi vurgularla sürüp giden konuşması Ak Parti’nin siyasetinde, kimliğinde bir kırılma mı oldu, oluyor sorularının ortaya çıkmasına neden oldu.

AK Parti nasıl bir partidir? Elbette bu sorunun tek bir cevabı olamaz. Herkes bulunduğu yere göre, elindeki imkanlara göre ya da hayal kırıklığı olarak düşündüklerine göre bu soruya farklı cevaplar verecektir. Ancak yine de farklı cevapların ortak noktaları arandığında, onun yola çıkarken “hak ve özgürlüklerin önünü açmak” bayrağı ile başladığını söyleyecektir. Sonrada bunun adı “ileri demokrasi” olmuştur.

AK Parti’nin ileri demokrasi vurgusu ve ısrarından en çok rahatsız olanlar ise Kemalist çevreler olmuştur. Çünkü hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılma çabası daima onların gözünde kuşkulu bir “vatan satıcılığı” tehlikesini büyütmüştür.

AK Parti’nin ve diğer sağ siyasi çevrelerin jargonunda 1923-1950 arasındaki bütün yanlışların sorumlusu da zaten ismet İnönü’dür. Bu söylem tepe noktadaki siyasilerin ağzından çıktığında genellikle “Türkiye’nin iktidar yapısı, siyasi dengeleri” gibi söylemlerle geçiştirilmiştir. Bu söylemin bir haklı tarafının olduğu da açıktır. Önemli olan elbette iktidar arabasını devirmeden yürütmektir. Ne var ki sürücülerinde kendi kimliklerini de akıldan çıkarmamaları kaçınılmazdır.

Kemalizm üzerine tartışmanın Türkiye için zaman kaybı ve eski sorunların tekrarı olduğunu iddia edenler de hep olmuştur. Ne var ki Kemalizm sabah akşam milletin kulağını gözünü dolduracak şekilde tekrarlandığında bir tabiat kanunu olarak tartışılmasını da doğal saymak icap eder.

CB Erdoğan’ın bu çıkışının ardında nasıl bir siyasi içerik vardır? Şimdilik bunu yeterince bilmeye imkan yoktur. Ancak onun bu çıkışının hemen ardından bazı yerel AK Parti yöneticilerinin CHP’lilerle bir Anıtkabir’e ziyaretçi taşıma yarışına girdikleri görüldü. AK Parti’nin bu yerel yöneticileri nasıl bir siyasi aklın etkisiyle bu yarışı başlattılar? Beklentileri nelerdir?

Genellikle bu sorunun cevabı 2019 seçimleri ile verilmektedir. Atatürk, Kemalizm vurgusu ile seçim kazanılsaydı 1950’den beri CHP seçimleri kaybetmezdi. Türkiye’deki demokrasi tarihi ya da özgür seçimler yapıldığından beri Atatürk adı üzerinde tekel kurmaya odaklanmış olan CHP’nin hiçbir seçimi kazanamadığı dikkate alındığında, Atatürk ya da Kemalizm vurgusu ile seçim kazanılabileceği beklentisi içi boş ve anlamsız bir hayalden başka bir şey değildir.

AK Parti’nin Atatürk vurgusu CHP’lileri memnun etti mi? Elbette hayır etmemiştir. Genellikle CHP’liler bir defa CHP dışında bir siyasi partinin varlığına daima kuşkuyla bakarlar. Onda bir ihanet ararlar. Bu tutumun yeni kuşak CHP’lilerde olduğu sanılmamalıdır. 1924’de Teerakki Perver Cumhuriyet Fırkası kurulduğundan beri bu böyledir. Nutuk en ağır eleştiriler Karabekir ve Rauf bey üzerinde toplanmıştır. Çünkü onlar CHP’ye rağmen yeni bir parti kurmuşlardır. Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasına yöneltilen eleştirilerin benzeri DP / Menderes’e son olarak Ak Parti ve Erdoğan’a yöneltilmiştir.

Dikkat edilirse Erdoğan ve Ak parti’nin bu çıkışını CHP’liler inandırıcı bulmamıştır. CHP’yi hala bir görüşün ya da siyasi akımın “meşru görülmesi” için onayı alınacak karar verici bir makam olarak görmektedirler. Milletin teveccühü ya da temsil yetkisi verip vermediğinin hiçbir önemi yoktur. Kendilerinin meşru görüp görmediği tek ölçüleridir.

Aslında CHP’nin bu akıl dışı siyasetinde büyük ölçüde Türkiye’yi hatta Türk halkını kendisinin “mülkü gibi görme” takıntısı vardır. CHP kendi mülkü üzerinde başka bir siyasi akımın ya da partinin olmasını kaygı nedeni saymaktadır. Bütün ülkeyi, bütün milleti ödenemeyen bir minnetin borçlusu gibi görmektedir. Millet de aslında burada temel suçludur. 1923’ten beri doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneğinden yoksun olduğu için onun adına önce “ebedi şef” sonra “milli şef” haklı ve gerekli kararları almış sayıldı. Ancak Doğan Avcıoğlu’nun isimlendirmesiyle “cici demokrasi” çıktığından beri millet de  CHP’nin yolunu terk etmiş oldu.

Türk halkının CHP ve Atatürk’e karşı ödenemeyen minnet borcu için sıkça verilen örneklerin arasında laiklik ilk sırayı almaktadır. Türkiye’de iç savaşın yaşanmayışını da bu laiklik icadına bağlamaktadırlar. Olaya vakıf olmayanlar zanneder ki Türkiye’de iç savaş vardı da laikliğin icadı ile son buldu. Oysa zaten Türkiye bir iç savaşı hiç yaşamamıştır. Üstelik Arap ülkelerini aşağılamanın ya da onların yaşadığı iç savaşların temel nedeni olarak daima laikliği hatırlatmaktadırlar.

Bu hatırlatma her şeyden önce bir cehaletin sonucudur. Çünkü bilenler teslim edecektir ki Baas Partisi dünyanın en radikal laik partilerinden birisidir. Baas Partisi uzun yıllar Mısır, Suriye ve Irak’ı yönetmiştir. Adı geçen ülkelerin günümüzde iç savaşlar ile viran olmasına laik partili yönetimleri asla engel olamamıştır. Bu yüzden laikliğin bir kurtarıcı formül olarak takdim edilmesi de bir çare olarak görülmesi de hiçbir şekilde inandırıcı değildir. Suriye Irak gibi ülkelerde Laik Partili diktatörler devrilmemiş olsaydı bu ülkelerde iç savaşlarda olmayacaktı. O diktatörlüklerin niçin ve kimler tarafından devrildikleri ise apayrı bir konudur.

CHP kendisini her zaman Türkiye’nin sahibi ve alacaklısı gibi görmektedir. Bundan dolayı da Türk halkının kendinse muhalefetini 1924’ten beri gayri meşru saymaktadır. Yeni kuşak CHP’liler, kendi geçmişlerinin eleştirisini bile suç ve ayıp görmektedirler.

1923/1950 arasında olup bitenlerden Atatürk adını soyutlamak neredeyse imkansızdır. O’nun sağlığında yapılanları da İnönü adıyla açıklamak inandırıcı değildir. Tek partili yönetimler tabiatları gereği, kendilerine muhalefet edenleri daima “içerdeki ve en tehlikeli düşman” olarak görmüşlerdir. İç düşman olmamanın yolu ise CHP’nin yapıp ettiklerini alkışlamaktır. Aslında CHP’nin dışındaki partilere tanınan hak sadece CHP’ye benzeme hakkıdır. Bu benzemeyi içselleştiren muvazaa partisi Serbest Fırka’ya bile tahammül edememişlerdir.

Hal böyle iken “milletin adamı” olarak bilinen, milletin üzerindeki baskıları kaldırmayı siyasetinin odağı yapan CB Erdoğan’ın 15 yılın sonunda milletin tarafını bırakarak, milletin rağmına, milletin karşısında saf tutan söylemleri kendi siyasi kimliğini ve kendi tabanı için yetersiz bile olsa 15 yıldır yapılanların da yok sayılmasıdır.

Atatürk adını CHP’lilerden almak için ilk ve heyecanlı adımlar atan kişi Adnan Menderes olmuştur. O’nu koruma kanunu da Anıtkabir de Menderes’in eseridir. Buna rağmen Menderes “düşman olmaktan” kurtulamamıştır. Menderes’in başına gelenler yeterince öğretici değil midir? Ak Parti iktidar olduğu için orada olmayı marifet bilen bazı yerel yöneticilerinin, Ak Partinin yıldızının kayması halinde başka bir partide bulunmaları da kendileri için sorun olmayan bir bulanık kimlik sahibi olmaları Anıtkabire ziyaretçi taşımak için CHP ile yarışmamalarına engel teşkil etmeyebilir.

Ancak CB Erdoğan milletin adamı özelliğini korudukça tek parti yönetimi ile milletin gasp edilen haklarını bir siyaset davası yaptığı sürece Kemalizm ile bir gen uyuşmazlığı içinde olacaktır. Ak Parti’nin ise kişi egemenliği yerine millet egemenliğini varlık sebebi olarak görmesi Kemalizm ile yolunu ayırmıştır. Belki de Ak partiyi ANAP’ın akıbetinden koruyan işte bu millet egemenliği bilincini sürdürmesidir. Aksini yapması ise Kemalizm ile olan sınavını kaybetmesine yol açacaktır. Üstelik Kemalizm günümüz Türkiye’sinde seçim kazandıran bir güç odağı olmadığı gibi siyasetin meşruiyet ölçüsü de değildir.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.