SON DAKİKA
Hava Durumu

Akdeniz'e ulaşmak hayal oldu

Yazının Giriş Tarihi: 26.10.2016 22:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.10.2016 22:48
Türkiye’nin Fırat kalkanı hareketi, Suriye’nin şekillenmesinde belirleyici olacak işlerden birisidir. Çünkü bu hareket ile Türkiye desteğinde ÖSO’nun denetiminde artık bir güvenli bölge oluşmuştur. Hem muhalifler için hem de mülteciler için bir umut/bir güven alanı oldu. Bu güven alanı aynı zamanda Kuzey Suriye’de ki muhayyel PKK koridorunu da engellemiştir. Fırat Kalkanından önce Demirtaş “PKK orayı alır siz de mal mal bakarsınız” diye küstahça heveslerini ortaya koyarken şimdi mal mal bakma durumuna kendisi düşmüştür. PKK koridoru için   yola çıkan terör saldırıları Tel Rıfat ve Şeyh İsa’nın doğusuna geçmeye yeltenince TSK eliyle hayal edemedikleri ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Türkiye’nin bu hayırlı girişimi ilk etabı elbette Bab’ın ve Münbiç’in kurtarılması ile tamamlanacaktır. PKK/PYD’liler de artık TSK’nın Suriye için şaka yapmadığını görmüşlerdir.

Fırat Kalkanı sadece PKK koridorunu engellemekle kalmamış Neoperslerin Akdeniz’e ulaşma istekleri için de ayrı bir set olmuştur. Çünkü yakın gelecekte Suriye nasıl bir şekil alırsa alsın Kuzey Suriye’nin bir bölümü artık Neopersler için kapanmıştır. Kesintisiz olarak Akdeniz’e ulaşma hayalleri yok olmuştur. O hayalleri için mal mal bakma sırası onlara da gelmiştir. Neoperslerin Suriye’yi işgal etmeleri ve böylece Akdeniz’e ulaşmalarının önünde ki engel Kuzey Suriye’de ki 100 km’lik alan ile sınırlı kalmayacak zamanla bütün Suriye’ye mal mal bakma dönemi inşallah en kısa zamanda gelecektir. Neopersler ve onların suç ortaklarının tek kazancı işledikleri savaş suçu ile sınırlı olacaktır. Elbette onlar Suriye’de katlettikleri mazlumların/garibanların sayısını da kendi kazançları olarak bilmeye devam etmektedirler hatta bununla övünmektedirler.

Suriye ve Irak diye iki ayrı ülkenin varlığı Skeys/Picot’un bir sonucudur. Toplumsal ve tarihi bir karşılığı da yoktur. Ne var ki fiili durum günümüzde böyledir. IŞİD işgali altında ki Musul’un yeni işgallere uğrama çabası Musul’un yakın geçmişini yeniden gündeme taşımıştır.

Yüz yıl önce bir Osmanlı vilayeti olan Musul’da Türk-Kürt ve Arap nüfus önemli ölçüde baskındı. Kürtler nüfus oranlarını korumuş etki/yayılma alanlarını genişletmişken Irak hükümetlerinin çabaları sonunda bölgedeki Arap nüfusu da önemli ölçüde artmıştır. Buna karşılık bölgenin kaybedeni Türkler olmuştur. 1926 Ankara Anlaşması Türklere hiçbir güvence getirmemiştir. Türkiye bu anlaşma ile Musul’u adeta karşılıksız olarak İngiltere’ye hibe etmiştir. Tuğrul bey’in ilk Bağdat seferinden (1055) beri bölgenin sakinlerinden hatta egemeni olan Türkler bu anlaşma ile büyük bir yıkıma uğratılmıştır.

Bu yıkım 1991 Körfez hareketi ardından 2003’te ki ABD işgaliyle doruğa ulaşmıştır. Türkler, Arap ve  Kürt bölgesi olarak ayrılan iki değişik bölgeyle bölündü gibi bir de Farsların çabaları sonunda Türkmenler Şii ve Sünni diye ayrıca ikiye bölünmüştür. Türkiye’nin çekingen ikircikli yanlış politikaları Şii Türkmenler üzerinde Fars etkisini giderek arttırmıştır.

IŞİD işgali döneminde Türkmenlerin yaşadığı büyük felaketlerden Fars propagandasının etkisiyle yalnızca Türkiye’nin sorumlu olduğu özellikle Şii Türkmenlere empoze edilmeye çalışılmaktadır. Bir Mart tezkeresinin reddedilmesiyle Türkiye kendisinin elini kolunu bağladığı gibi Türkmenleri de korumasız bırakmıştır. Ancak IŞİD işgali bölgede başladığında Farsların Bağdat valisi gibi davranan Maliki ve İbadi hükümetlerinin ne yaptığını sorgulamayan devşirme bazı Şii Türkmen liderleri bütün sorumluluğu Türkiye’nin üzerine yıkmaya çalışmaktadırlar.

Süleymaniye, Erbil ve Dohuk’da 550 civarında köy ile Sincar’ın bir bölümünü işgalinde tutan PKK, Kerkük’te ki son patlamalarla birlikte oraya da terörist göndermiştir. PKK’nın yanı sıra ABD ile birlikte 63 koalisyon ülkesinin ve İran’ın, Irak’ta asker bulundurmasına itiraz edemeyen Bağdat Hükümeti ve onunla aynı telden çalan bazı Şii Türkmen liderleri ise Türkiye’nin Musul’a müdahalesine küstahça itiraz etmektedirler. Bu itirazların doğrudan Tahran ve ABD’nin ayarlaması ile yapıldığından kuşku duyulamaz. İran Suriye’de Rusya’nın müttefiki Irak ve Afganistan’da ise ABD’nin müttefiki durumundadır. Bu ittifak ilişkilerini de “Antiamerikancı söylemi” ile eğlenceli ve kanlı bir şekilde süedürmektedir.

Maalesef Şiilik, Irak’ta bir mezhep olmaktan giderek uzaklaşmakta, Farsların yönetiminde Arap Şiilerin Araplara, Türk Şiilerin Türklere düşmanlık etmelerinin, fars hükümetine kayıtsız şartsız fedailik etmenin gerekçesi halini almıştır. Irak’ta Şiilik “Sünnilere” düşmanlığın adı, alameti haline gelmiştir. Bugün Irak’ta en iyi Şiiler, en çok Sünniyi boğazlayanlar olmaktadır.

Türkmenler gibi Sünni Araplarında çaresiz, korumasız ve Şiilerin IŞİD’i olan Haşdi Şabi gibi barbar örgütlerin hedefi olmuş beka sorunu ile kuşatılmıştır. Artık ne Irak eski Irak’tır ne de Suriye eski Suriye’dir. Şartlar giderek kötüleşmektedir. Halep’in ve Musul’un Suriye ve Irak sınırları içinde kalmakla birlikte Türkiye’nin garantisinde olması kaçınılmazdır. Musul’da ki Türkiye garantörlüğü ve buraya yapılacak “Dicle kalkanı” benzeri bir hareket Musulluları koruyacağı gibi Neofarsların Akdeniz’e ulaşmalarının önünde de Halep’ten sonra ikinci ve önemli bir engel olacaktır.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.