SON DAKİKA
Hava Durumu

Işık ülkesi Likya'ya yolculuk (2) Rotamız Patara!

Yedi bölgesinde yüzlerce efsane barındıran güzel ülkemizin, tarihin ihtişamlı zamanlarına ev sahipliği yapmış Likya coğrafyasındaki yolcul

Haber Giriş Tarihi: 10.09.2019 12:18
Haber Güncellenme Tarihi: 10.09.2019 13:18
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Işık ülkesi Likya'ya yolculuk (2) Rotamız Patara!
Yedi bölgesinde yüzlerce efsane barındıran güzel ülkemizin, tarihin ihtişamlı zamanlarına ev sahipliği yapmış Likya coğrafyasındaki yolculuğumuz kaldığı yerden devam ediyor.

 Cihan KAYALI

Geçtiğimiz haftaki yazımızda, Likya Yolu’nun parkurlarını, patikalarını ve doğal güzelliklerinin bir kısmını sizler ile paylaşmıştık. Şimdi ise Likya Yolu’nun ikinci ve son kısmı ile karşınızdayız. Ancak üzülmeyin Türkiye’nin birçok önemli güzellikleri yine sizler için burada olacak…



Geçtiğimiz hafta ‘Işık ülkesi Likya’ya yolculuk’ başlığıyla verdiğimiz yazımız Fethiye'nin Ovacık mahallesinden başlayarak Kabak Koyu’nda verdiğimiz kısa bir mola ile noktalanmıştı. Artık ayağa kalkma zamanı…

Şimdiki hedefimiz, Likya medeniyetine başkentlik yapmış olan Patara. Sözü rehberimiz olan Arif Kevenoğlu’na bırakalım. Kevenoğlu, “Kabak Koyu’nun insanı dinginleştiren kumlarından ayrılmak zor olsa da çıktığımız yol rehaveti affetmiyor. Sonuçta zamanında nefis terbiyesi amacıyla yürünmüş. Biz de, sabahın ilk ışıkları henüz yeryüzüyle buluştuğu seher vakti düşüyoruz yola. Bu etap Likya Yolu’nun en zorlu parkurlarından. Alınca Köyü’ne kadar 800 metrelik bir tırmanış bizi bekliyor. Buna rağmen konakladığımız yerde Kabak Köyü'nden Hüseyin'in bize verdiği bilgiyle çocuksu bir neşe var içimizde. Hüseyin, söz arasında, yol üzerinde şelaleye ayrılan bir patika olduğunu, biraz yoracak olsa da sonunda buna değeceğini ısrarla söyleyince, zaten yol üstü sürpriz peşinde olan yolcular olarak, hemen kararımızı verdik; o şelale mutlaka görülecek!”



YEDİ BURUNLAR BÖLGESİ

Kevenoğlu, “Bizi ormanın içine çeken patikadan 2 km kadar yol aldıktan sonra bir tabela çıktı karşımıza. Bu Hüseyin’in bahsettiği şelaleyi gösteren tabela. Oldukça dik çıkan bu patika aynı zamanda dere yatağı. Şiş karınlı dev kurbağaları andıran kayaların arasından sıyrılıp, gözyaşı misali ortalığa saçılmış irili ufaklı taşları ezerek zahmetli bir tırmanış yaptık. Tam da ‘acabaların, keşkelerin" zihnimizde parende atmaya başladığı anda duyduk o serin sesi. Sadece bedeni değil, gönlü ve gözü de ferahlatan bir vaha burası…

Ruhen serinleyip, bedenen zindeleşmiş olarak koyuluyoruz yola. Tıpkı antik çağda aynı suda yıkandığımız Likyalı yolcu gibi.

Devasa kireç taşlarının yüzyıllar boyu aşınarak oluşturduğu peri diyarı vadilerin arasından, çağlar öncesinin rüyalarıyla saçları darmadağın çam ağaçlarıyla kaplı ormanları aşarak, kah şarkılar söyleyip, kah sessizliğe bürünerek, bazen önümüzde devleşen yamaçlara hayıflanarak, sağ yanımızda engin mavi peleriniyle uzanıp duran ege denizine hayranlık duyarak ulaştık Alınca Köyü’ne. Burası aynı zamanda "Yedi burunlar" olarak anılan bölgenin de başlangıç noktası. Köyün hemen girişinde bu manzaraya hakim bir teras var. Çantalarımızı çıkarıp kendimizi banka bırakıyoruz. İnsanın zihnine kazınan anlar vardır hani. Gözünüzü kapattığınızda resmigeçit yaparlar tebessüm ile. Tam olarak böyle bir görüntü var şimdi önümüzde. Sevdiğini bırakmamak için kollarını uzatmış gibi duran kara parçası, her an ona doğru akıp gelen nazlı ege ve bu aşka her gün şahitlik eden güneşin yakamozlanan dansı. Hayranlık duygusunun kudret elinden çıkmış şaheseri, yedi burunlar...”



DENİZE SIFIR BİR DURAK, “GAVURAĞILI”

Kevenoğlu, “Yol yine bizi sihirli cazibesiyle ödüllendiriyor. Yol da olmanın en haz veren kısmı da burası. Gözümüzün önünde yaratılışın hikmeti, burnumuzda taze kahve kokusu, dudaklarımızda neşeli bir şarkının ıslığı ile kalakalıyoruz.

Ancak yol bizi çağırıyor çünkü 5 km’lik tırmanışla ulaşacağımız ikinci durak "Ge Köyü". Tabelasında imla hatası olarak "gey" yazsa da köyün sakinleri bunu asla kabul etmiyor. Burası Babadağ'dan geçen Likya yolunun en yüksek noktası. Burayı aşınca Bel ve Belceğiz köyleri karşılıyor bizi. modern zamanların teğet geçtiği, insanların her anın hakkını vererek yaşadığı iki küçücük köy. Yol boyunca öğrendiğim şeylerden bir de buradan izler taşıyor. Gözün nasıl hafızası varsa, tat alma duygusunun da var. Bel köyünde ikram edilen sütün yayla kokulu, samimiyet aromalı tadı buna şahittir.

Çam ağaçlarının şefkatli gölgelerinde, kırmızı beyaz işaretleri takip ederek ulaşıyoruz meşhur Gavurağılı inişine. Burasını meşhur yapan ise, çarşak ( küçük kaya parçaları) olarak adlandırılan bir yapıya sahip olması ve 3 km boyunca bir yanınız uçurum, ayağınızın altında oynaşan kaya parçaları ile adrenalini tüm hücrelerinize zerk etmesi. Gerginlik yeşil ve acı bir sıvı olarak geziniyor damarlarınızda. Fakat sonu yedi burunlar rotasının denize sıfır ilk durağı; Gavurağılı...”



PYDNAİ ANTİK KENTİ

Kevenoğlu, “Harita üzerinde bir yerleşim yeri olsa da, sonu güzel biten bir filmin terk edilmiş seti gibi. İhtişamlı ve estetik yapılar tek bir hayat emaresi olmadan, yüzleri denize dönük zamanı eliyor. Bu hazin manzaradan sessiz sedasız uzaklaşarak Pydnai Antik Kenti’nin başkente özlemle bakan kale surlarında buluyoruz kendimizi.”



LİKYA'NIN ŞANLI BAŞKENTİ

Kevenoğlu, “Şimdi önümüzde Patara var artık. Likya'nın şanlı başkenti. Her çağında ayrı bir güzellik ayrı bir gizem barındıran Patara. Hangi bir özelliğini anlatayım; dünyanın en güzel plajı seçilmeni mi, Akdeniz’in en temiz noktası ilam edilmeni mi, dünyanın en eski deniz fenerine sahip olmanı mı, Türkiye’nin en uzun plajını sergilemeni mi, dünyanın ilk meclis binasıyla övünmeni mi, eşen çayının buz gibi sularında yıkanmanı mı? En iyisi yolu her senin kapına düşen dili döndüğünce anlatsın senin hikayeni…”



SONUÇ OLARAK:

Kevenoğlu, “Likya yolu ne katedilen mesafeler, ne geçilen sarp vadiler, ne güneşin girmediği sık ormanlar, ne mavinin yeşile hasretidir. Aslında kendi içinize yaptığınız bir yolculuktur o. attığınız her adım şimdiki sizin, eskisinden çok daha olgun çok daha güçlü olduğunu öğretir. Bu nedenle, yol sonunda geriye dönen bambaşka biridir artık. Rüzgârın masalını bilir o, denizin aşkını, ormanın şiirini, insanlığın insana ihtiyaç olduğunu, tarihin bitimsiz döngüsünü, toprağın hafızasını, taşın hayalini, suyun değerini bilir. Vakit varken yola çıkın, henüz yazılmamış bir hikâyeniz varsa ertelemeyin. Bir sonraki yazı da görüşmek üzere, takipte kalın. @mavikedi35& @gezgininruyasi_16”
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.