SON DAKİKA
Hava Durumu

BAĞNAZLIK HAKİKATİ DEĞİŞTİRMEZ

Yazının Giriş Tarihi: 01.01.2021 20:22
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.01.2021 20:22

Müslüman olan Türklerin çoğunluğu bir kitabi ya da medrese eğitiminin sonunda (dönemin şartlarından dolayı) İslamiyete intikal etmiş değildir. Sözlü telkinler, gezici vaazların, tebliğcilerin etkileri büyüktür. Ancak o gezici vaazların sürekli Türk boyları arasında bulunamayışı, bilgilendirmenin de nüfuzunu sınırlandırmıştır. Türklerin arasında İslamiyet öncesi bazı inançlarının İslam’a rağmen devam etmesine yol açmıştır. Sait Halim Paşa gibi bazı kimseler, Türklerin geri kalmasını İslamiyet öncesi bazı inançlarının devam etmesine bağlamıştır.(Buhranlarımız, İstanbul 2014) Ancak Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinin ardından Büyük Selçuklu ve Osmanlı Devleti gibi kendi dönemlerinin en gelişmiş örnekleri hatırlandığında, XIX. Yüzyılda bilinen geri kalmışlığın nedeni olarak sadece İslamiyet öncesi bazı inançlarının devamı ile açıklayan bu görüşün kabulü zorlaşmaktadır. Geri kalmanın birden fazla ve çok sayıda nedeni olmalıdır.

Yine de İslamiyet öncesi Türk inançlarının, İslamiyetten sonra devam etmesi oldukça eski ve önemli bir sorundur. Medrese ekolünün bütün çabalarına itirazlarına rağmen İslamiyet öncesi inançlar (Şamanlık) yaşama ve yayılma imkanı bulmuştur. Fuat Köprülü, bazı şamanlık inanç ve törenlerinin devam ettiği en önemli alanlardan birisi olarak Tasavvufun olduğunu savunmuştur. (Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 2016)

Yine de bu görüşte bir hakikat payı vardır. Çünkü Tasavvuf, büyük ölçüde sözlü gelenekle varlığını sürdürmüştür. Sözlü gelenekte ise kitap-Kur’an dışı etkilerin görülmesi her zaman mümkün ve muhtemeldir. Kelam ve Fıkıh gibi kendisini büyük ölçüde kitaba bağlı sayan ekollerin aksine Tasavvuf, bu ekollerin eleştirilerinide daha çok gılü-gal (dedikodu) diye kabul etmiştir.  Bunun bir sonucu olarak Fıkıh-Kelam ve Tasavvuf ekolleri arasındaki bitip tükenmeyen tartışmalar tarihte hiç eksik olmamıştır. Bu tartışmaların örneği sayılacak önemli bir olay ise Celaleddini Rumi’nin babası Bahaeddin Veled’in, Kelam-Tefsir alimi Fahreddin Razi ile girdiği böyle bir tartışmanın sonunda Belh (Mezarı şerif)’ten göç edip Konya’ya gelmesidir. Celaleddini Rumi’nin Kelam-Fıkıh ekollerine yönelttiği ağır eleştirileri bu ve benzeri olayların dışında görüp açıklamak zordur.

Türklerin arasında İslamiyetin yayılmasını tek bir nedene tek bir ekole bağlamak işin gerçeğine, aslına göz kapatmak olur. Üstelik Kelam-Fıkıh alimi olarak adı geçenlerin doğum ölüm tarihleri dikkate alındığında Tasavvuf ekolüne göre kıdemli olduklarını teslim etmek icap eder. Bunun bir sonucu olarak “Türklerin arasında İslamiyetin yayıcısı” olarak Ahmet Yesevi’yi (Ö.1166) bilmek, anlatmak en azından bir bilgi yanlışıdır. İnsanlar içinde oldukları, tercih ettikleri ekolleri ve o ekollerin öncülerini büyük ölçüde abartırlar. Tarihi o ekolden ibaret sayarlar. Bütün olumlu, hayırlı işlerin o ekol tarafından yapıldığını kabule çok isteklidirler. İşin aslının böyle olmadığına ise şiddetle tepki gösterirler. Bu durum insan tabiatının bir sonucudur. Ancak insan tabiatı böyle yanlış tepkilere, eğilimlere uygundur diye hakikat değişmez.

Türklerin arasında İslamiyetin yayılmasında Tasavvuf’un da bir yeri olduğu gibi Tasavvuf’un öncülerinden Ahmet Yesevi’nin de yine bir yeri vardır. Tasavvuf’un, Ahmet Yesevi’nin telkinlerine, tebliğlerine konu olan İslam anlayışına Kelam ve Fıkıh ekollerinin tepkisini de akıldan çıkarmamak hakikatin icabıdır. Tarihte olup bitenlerin analizini de bu ekoller arasındaki tartışmalara kurban etmemeliyiz. Ahmet Yesevinin doğumundan (D.1093) çok önce, Talas Savaşına (751) kadar geçmişi olan Türklerin arasında İslamiyetin yayılma çabalarını yok saymak, önemsiz bilmek ideolojik bir körlüğün bir şartlanmışlığın işaretidir. İnsan körleştikçe, şartlandıkça hakikatten uzaklaşır. İdeolojik körlüğe ve şartlanmışlığa göre tarihin tahrifi veya kurgulanması mümkün değildir. Yalnızca bir yanılma ve yanıltma çabasıdır. Bu çabanın etkilediği bedhahlar olsa bile hakikat değişmez.

Her dilde, dinin etkisi kaçınılmazdır. Müslüman topluluklarda İslam’ın etkisi olduğu gibi, Hıristiyan topluluklarda da Hıristiyanlığın etkisi vardır. Türkçede İslam’ın etkisi, Türklerin Müslümanlaşması ile başlamıştır. Bunun en açık örneği şahıs adları ve günlük dilde kullanılan hamt, şükür, besmele, selam gibi kelimelerdir. Dilin Müslümanlaşması ile Arapçanın etkisi de kaçınılmazdır. Şahıs adlarında Arapça kelimelerin kullanılması her ne kadar dini bir yükümlülük değil ise de başta İslam büyüklerinin adları olan kelimeler örneğinde olduğu gibi Arapça kelimelerin giderek ad olarak yaygınlaşması işin tabiatı icabıdır.

Türklerin Müslümanlaşmasında dönüm noktası sayılan Talas Savaşı ile birlikte, Türkçede de bir İslamlaşmanın başlaması kaçınılmazdır. Dilde İslam’ın etkisini Türklerin İslamiyete intikal zamanları ile başlatmak yerine Talas Savaşından beş yüz yıl sonra doğan (1238) Yunus Emre ile başlatmak Türkçenin, Türk Edebiyatı tarihine göz kapatmak demektir. İdeolojik bir şartlanmışlık işaretidir.

Şunu da hatırlamalı ki Türkler, Türkiye’den ibaret değildir. Türkçe üzerindeki İslamiyetin etkisi için seçilecek örneğin, Türkiye sınırlarından ibaret kalması da bağnazlık ve avami bir tutum olmalıdır. Yunus Emre’nin de kendi dönemine, çevresine göre bir payı olabilir. Ancak Türkçe üzerinde İslamiyetin etkisi söz konusu edildiğinde Yunus Emre’den çok öncesine belki Kaşgarlı Mahmut’a kadar (Ö.1102) gitmek icap eder.

Yunus Emre’nin, Arapça ve Farsçanın dışında Türkçeye bir alan açıp Türkçeyi güçlendirdiği görüşüne, Yunus Emre’nin Türkçeyi İslamileştirdiği yani Arapça kelime ve deyimleri eklediği gibi bir çelişkiyi katmak ancak bağnazlıkla yapılabilecek bir iştir.

Türkçe’nin, Arapçadan özellikle Farsçadan bağımsızlığını ve üstünlüğünü ispat için kitap yazan Ali Şirnevai’yi bu konuda hatırlamamak büyük bir vefasızlık örneğidir. Yunus Emre avam için cumhuriyet döneminde keşfedilmiş bir isimdir. Celaleddini Rumi’nin Sünniler için, Hacı Bektaşi Veli’nin Aleviler için bir çeşit örnek insan olarak takdim edilmelerinin yanına arı Türkçecilik akımı için de Yunus Emre örnek olarak seçilmiştir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.