SON DAKİKA
Hava Durumu

Bir çadırda kopan fırtına

Yazının Giriş Tarihi: 05.04.2017 22:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.04.2017 22:30
Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “hayır kampanyası” yürüten bir çadırı ziyaret etmesi önemli bir tartışmayı yeniden gündeme taşımış oldu. Niçin hayır kampanyası yapıyorsunuz soruna karşılık, çadır sahipleri, çağdaş bir yaşam istiyoruz gibi doğrudan anayasa referandum konusu ile ilgisiz konular sıraladıktan sonra esas itirazlarını ise “siz 3.köprüye Yavuz Sultan Selim adını verdiniz, bu isimlendirme ile bizi incittiniz” gibi cevaplar verilmiş oldu.

Evet, kampanyasına taraf olan ve bu kampanya için yurt gezileri düzenleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu davranışı teslim edilmelidir ki oldukça şık bir davranıştır. Çünkü bu kampanya ile birlikte taraflar bazen ölçüyü kaçırarak, karşı taraf ile bir savaş halindeymiş gibi bir dul kullanmaktadır. Evet veya hayır diyenlerin kendilerine göre gerekçeleri vardır. Bu gerekçelerin ne ölçüde derde deva iddialar olduğu ise uzun zamandan beri özgür bir ortamda tartışılmaktadır. Ancak bu tartışmaların düşmanlığa dönüştürülmesi büyük bir yanlış olduğu gibi tarihte kalması icap eden olayların da yeni düşmanlıklar için malzeme olarak kullanılması referandum tartışmaları içinde güncellenmesi aynı ölçüde büyük bir yanlıştır.

Çadır ziyaretinden sonra tarihçi sıfatı ile konuşan yazan pek çok kimse bilinen mesnetsiz hikâyeleri tekrarlamıştır. Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında bir çeşit egemenlik savaşı olan veya biri birlerinden toprak kazanma çabası diye özetlenebilecek bir Osmanlı Safavi mücadelesini yeniden bir “Sünni-Alevi mücadelesi” şeklinde isimlendirmek gündeme taşımak hem tarihin tahrifidir hem de Sünni ve Alevi kesime karşı bir çeşit tuzaktır.

Üstelik II.Bayezid döneminden beri Anadolu’da süre gelen Safavi taraftarlarının isyanları bilindiği halde bu bilgiler yok sayılarak “Alevilerin bir mezhep farklılığı nedeniyle” kırıma uğradıkları iddiası her türlü çirkinliği içinde taşıyan bir yalandır. Dönemin şartları içinde Osmanlı yöneticilerinin bu isyanları bastırırken bütünüyle adalet sınırları içinde kaldığını iddia etmek ne ölçüde yanlış ise hiçbir isyan yokmuş da sadece mezhep farklılıkları nedeniyle “Alevilerin böyle bir kırıma” uğradıklarını iddia etmek de aynı ölçüde yanlıştır.

Yalanın daha çok ses getirdiği daha çok haber değerinde görüldüğü bu dönemde maalesef böylesi konular hakkında taammüden yalan söyleyenlerin, yalan konuşanların daha çok imkâna sahip olduğu da görülmektedir. Yavuz Sultan Selim’e “kapınızda bir kulum” diyerek ondan itibar ve güç alan İdris-i Bitlisi’nin “bu olaylarda 40 bin Alevi/Rafizi öldürüldü” iddiası ise hiçbir araştırmaya tabi tutulmadan mutlak bir doğruymuş gibi tekrarlandığı gibi yeniden başlayan bu tartışma içinde bazı kimseler fırsatı ganimet bilerek “öldürülenlerin 300 bin hatta 600 olduğunu” araya katarak bu konuda rakam arttırma yarışına ön almaya çalıştılar.

Doğrusu XVI. Yüz yılın başında 300 ya da 600 bin kişinin Anadolu’nun neresinde nasıl toplanarak katledildiği gibi akla ziyan iddiaların haberleştirilmesi Türkiye’de medyanın entelektüel düzeysizliğini göstermesi bakımından da çarpıcı bir örnektir. Yine de Yavuz Sultan Selim’in tasarrufları konusunda son derece eleştirici olan çevrelerin buna karşılık Şah İsmail’in kendi annesine varıncaya kadar Sünniliği terke dip de Şii olmayanları nasıl bir acımasızlıkla katlettirdiğini görmemeleri ibretliktir. Oysa bu olaylar bir tarafın kesin haklılığı diğerinin de aynı ölçüde haksızlığı iddialarını yarıştırma mantığı içinde ele alındığında işte bir köprünün adını bile ciddi sorun haline getirmektedir.

Yavuz Sultan Selim adı, Aleviler istemediği için bir yere verilemezliğinden hareket edenler her tarafa Atatürk adının verilmesini aynı mantık içinde ele almıyorlar. Atatürk adının yere göğe hemen her yere verilmesini acaba nüfusun yüzde kaçı istemiyor? Atatürk adını nüfusun tamamına beğendirmek mümkün olmadığı gibi Yavuz Sultan Selim adını da nüfusun tamamına beğendirmek mümkün değildir. Bir ismin bir yere verilmesinin şartı nüfusun tamamının beğenmesi ise böyle bir şarta sahip olan isim bulunabilir mi?

Böyle takıntılı tepkiler yerine daha makul çıkışlar bulunabilir. Mademki Yavuz Sultan Selim vb isimler nüfusun bir bölümü sevdiği istediği için yollara köprülere barajlara verilmektedir aynı mantıkla Şah İsmail’i seven sayan nüfus kesiminin varlığı dikkate alınarak onun isminin de yine benzeri yerlere verilmesini beklemek istemek daha anlamlı daha gerçekçi olabilir.

Keşke günümüz iktidarı da olaya bu zaviyeden bakarak isimlendirmeleri daha çeşitli hale getirmiş olsaydı. Türkiye’de sıkça haber olan bir köprünün, hava limanının ya da barajın adını “Şah İsmail” benzeri bir isim koyarak hem Türkiye’de ki Alevi kesiminin hem de Azerbaycan’da ki halkın gönlüne bir yol bir köprü kurmuş olsaydı.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.