SON DAKİKA
Hava Durumu

Demokrasiden halifeliğe

Yazının Giriş Tarihi: 03.08.2020 19:19
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.08.2020 19:19

Halifelik, tarihi ve siyasi bir kurumdur. Doğrudan İslami bir kurum değildir. Hz. Muhammed’in ardından dönemin şartlarına göre teşekkül etmiştir. Aynı zamanda Müslümanların birliğini temin eden, etmekle yükümlü sayılan bir kurumdur. Yedi kıtaya, hemen her ülkeye yayılan Müslümanların birliğine bu çağda nasıl katkıda bulunacağı ayrı bir bahistir.

Müslümanların birliğinden tarihte en çok Batı emperyalizmi tedirgin olmuştur. Dolayısı ile o birliğin eksiği ile fazlası ile cisimleşmiş örgütlü hali olan Halifeliğin kaldırılması, Batı emperyalizminin işini kolaylaştırmıştır. Halifelik lehine söylenen her cümleden Batı emperyalizmi ve onun uzantıları fena halde rahatsızlık duymaktadır. Halifeliğin bir kurum olarak yeniden ortaya çıkması Batılıların gözünde önemli bir suç olmaya devam etmektedir.

Halifeliğin İslam’ın şartı olmadığının sabah akşam tekrar edilmesi oryantalist bir inattır. Halifeliğin İslam’ın şartı olmadığını keşfeden oryantalistler, Papalık için benzeri bir keşifte bulunmamıştır. Papalık da Hıristiyanlığın şartı değildir. Ama MS 2020’de varlığını sürdürmektedir. Katolik, Protestan, Ortodoks gibi Hıristiyanlık unsurları başta AB olmak üzere çeşitli adlar altında en ileri seviyede ittifak halindedir. Benzeri ittifakların Müslümanlar arasında da olması fikrine, teklifine karşılık Batı emperyalizminden önce onlarla ağız birliği içindeki bazı iç odaklar büyük taarruz başlatmaktadırlar.

Müslüman birliğinin, yeniden halifelik benzeri kurumlarla tesis edilmesi isteği, “demokrasi istiyorduk hilafete döndük veya hilafet rüyaları görmeye” başlamak sayılabilir mi? “Müslüman ülkelerle” her alanda mümkün olan işbirliğinin kurulmasında bir yanlışlık, bir kötülük olabilir mi? Böyle bir birliğin istenmesi bile açıktır ki bazıları için kötü bir rüyadır.

Türkiye hükümetinin “AB üyeliğini” gündemden çıkarmasını da bir çeşit yoldan sapma olarak görenlerin arasına geçmişinde İslami tonlar bulunan kimseler de katıldı. Bu kimseler Türkiye hükümetini “AB hedefinden vazgeçmekle” kıya sıya eleştirmekte hatta mahkum etmektedirler. Türkiye’nin Müslüman kimliği nedeniyle AB’ye üye olamayacağı hakkında AB’den yükselen sesleri duymuyorlar. Madem AB üyeliği vazgeçilemez bir şeydir, o halde 1963’den beri Türkiye’yi AB’ye almayanları niye eleştirmiyorlar? AB’yi bunların gözünde eleştirilemez eden nedir? Nasıl bir siyasi, ideolojik ve ekonomik bağ bu eleştirilere engel olmaktadır?

Eskiden Ayasofya’nın cami olarak açılması isteği bir çeşit din istismarı sayılırdı. Bu suçlama aynı zamanda bir örtü görevi görürdü. Çünkü “Ayasofya Camisinin, Hıristiyanları onore etmek için ya kapatılacağı ya da müze yapılacağının” Kasım 1922’de açıklanmasını örtüyordu. Ayasofya’nın cami yapılamaz sayılması sırf Hıristiyanları onore etmek için yapılmış olduğu gerçeğini kapatıyordu.

Ayasofya’nın cami olarak yeniden açılması eskiden “din istismarı” sayılmışken günümüzde Türkiye’nin ekonomik şartlarını örten bir gerekçe haline dönüştürülmüştür. Özetle Ayasofya’nın cami olması isteği yüz yıldan beri önce Yunanlılar ve diğer Hıristiyanlar tarafından kerih görülmüşken sonra da içeride bazı kesimler tarafından aynı kerahat tekrar edilmiştir.

Demokrasi dünyada, halk egemenliği, halkın karar verme hak ve yetkisi sayılmışken siyasi geçmişinde İslam olanlar tarafından demokrasi, halkın isteğinin yok sayılması hatta mümkünse bu isteğin çiğnenmesi şeklinde içselleştirilmiştir. Ayasofya yeniden cami olduktan sonra halkın kitleler halinde gece gündüz, sabah akşam bir sel gibi Ayasofya’ya akmasını, halkın isteği/özlemi değil “namaz kılmaktan çok gösteri yapanlar” olarak görüp aşağılayan badbahtlar olmuştur. Artık onlar Ayasofya’ya gidenlerden hangileri namaz kılmaya hangileri gösteri yapmaya gittiğini ayıran bir aygıt/ bir sayaç durumuna gelmiştir. Halkın Ayasofya’ya gösterdiği büyük ilgiyi, Batı emperyalizmi adına sorgulama hakkını kendilerinde görmektedirler. Onların gözünde Ayasofya’ya sel gibi akan kalabalık, gösteri için, hükümetin yolsuzluklarını, hukuksuzluklarını, başkalarının özgürlüklerini kısmasını görmemek için koşmaktadır. Türk halkını Ayasofya’ya gösterdiği bu ilgiden dolayı hiçbir Batı ülkesi böylesine çirkin bir diller suçlamadı.

Kılıç ile hutbe okumak bir gelenektir. Bu geleneğin Ayasofya’da tekrarlanmasından kimler neden rahatsız olmuştur? Papalık seçim sonuçları da Vatikan’da yüz yıllardan beri duman ile duyurulur. Buna karşılık Katolikler, bu zamanda ne dumanı bari whatsap mesajı ile duyurun diye bu işi kınama konusu yapmazlar.

Ayasofya hutbesini “beddua seansı” görmek nasıl bir şeydir? Hangi çevrelere, kimlere yaranma isteğidir? Yüz yıl önce Ayasofya’nı ne güzel kapattın? Bu millete ne mutlu ki Ayasofya’yı kapatan büyük bir kahramana sahip olmuştur gibi bir hutbe bekliyor olmalılar. Ayasofya’nın kapatılmasında bir kahramanlık, olağan üstü, benzersiz bir cesaret örneği görmek yerine fatihin vakfiyesinin hatırlatılması beddua seansı sayılmıştır.

Oysa bu efendiler bilmeliler ki aşağıladıkları Türk halkı böyledir. Bu halka rağmen kurulacak idare kemalizmin tekrarıdır, tek parti yönetiminin devamıdır. Demokrasi, hukuk devleti değildir. Halkın isteğini önemsemek, icabını yapmak hukuk devleti isteğinden vazgeçmek değildir. Aksine halkın isteğini yok saymak hukuk devletinden vazgeçmektir. Kemalizme dönüştür. Batının önünde diz çökmektir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.