SON DAKİKA
Hava Durumu

FETÖ adayları

Yazının Giriş Tarihi: 21.07.2020 18:53
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.07.2020 18:53

Osmanlı döneminde cemaat sözü daha çok gayri Müslim topluluklar için kullanılmış iken Cumhuriyetle birlikte, gayri Müslim topluluk kalmadığından olmalı ki, artık cemaat denilecek bir gayri Müslim topluluk bulunmadığından, cemaat kelimesi, Müslüman hizipler, gruplar için kullanılmaya başlanmıştır.

Osmanlı döneminde de pek çok tarikat/cemaat isyanı olmuştur. Şeyh Bedreddin, Safavi (Alevi) isyanları böyledir. Ancak Osmanlı yönetimi bu isyanlar nedeniyle tarikatları/cemaatleri bütünüyle gayri meşru sayıp yasaklamamış. Yalnızca isyan edenleri yasaklamakla, cezalandırmakla (tedip) yetinmiş. Yeniçeri Ocağının bağlı olduğu Bektaşi tarikatı da ocakla birlikte kapatılmış ve bütün mal varlığı da Nakşibendi tarikatına devredilmiştir.

Cumhuriyet döneminde ise toplumun gelenekleri, tarihi birikimi, özellikleri yok sayılarak, bir kişinin istemesinin sonunda alınan yasaklama kararı ile toplumun silbaştan değiştirileceği zannedilmiş. Bunun sonunda 1925’de Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kanunun ile bütün tarikatlar/cemaatler yasaklanmıştır. Ne var ki demokrasiye geçişle birlikte tarikatların/cemaatlerin de yok olmadığı görülmüştür.

Tarikatları/cemaatleri İslam’ın kendisi bilmek kadar, devletin bir yasaklaması ile birlikte bu sorunun kökten bir daha görülmeyecek şekilde çözüleceğini varsayan Kemalist anlayış da toplumda etkisini sürdürmektedir. Tarikatlar/cemaatler özünde İslami bir meseledir. Hükümetlerin tutumuna bağlı olarak, meşru veya gayri meşru görülüp ona göre bir işlem yapılması gerçekçi, kalıcı sonuçlar ortaya çıkarmamıştır.

Osmanlı döneminde her kurumun bozulduğu gibi tarikatların da fena halde bozulduğunu gösteren çok sayıda örnek vardır. Bu bozulmanın çaresini, bilgide, eğitimde aramak yerine zorba bir yasaklamada aramak ciddi sorunlara, acılara yol açmıştır. Üstelik her çeşit dini inançtan bağımsız, ayrı bir idare kurmak iddiasındaki bir yönetimin tarikat yasağı kendi iddiası ile de temelden çelişmiştir. Vatandaşın neye inanıp inanmayacağına, hangi inancın doğru, hangisinin yanlış olduğunu tayin etme hakkını da kendisinde görmüştür.

Günümüzde tarikat/cemaat eleştirilerinin odağında ne vardır? Tarikat/Cemaat anlayışının temel İslami ilkelerle uyuşmadığı görüşü eskiden beri vardır. Bazılarının iddia ettiği gibi bu görüş Vehhabilik/Sekefilik ile de ortaya çıkmış değildir. Vasıl bin Ata (ö.748), İbni Teymiye (ö.1328), Kadızade Mehmet (ö.1635) gibi örnekler hatırlandığında Tarikat/tasavvuf eleştirisinin bütün İslam tarihi boyunca hiç eksik olmadığı teslim edilecektir.

Müslümanları tek bir İslam anlayışında toplamak, bütün Müslümanları tek bir İslam anlayışını kabul etmeye zorlamak ne mümkündür ne de meşru değildir. Çünkü her anlayış yalnızca kendisini meşru sayıp diğerlerini gayri meşru gördüğünden pek çok zulüm kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Devleti yönetenlerin de tercih ettiği bir anlayış elbette olacaktır. Ama bu diğerlerine zulmetme, toplumdan silme hakkını vermez. Vermemelidir.

Cemaatler ve tarikatlar kendilerinin sorgulanmasını, doğrudan dinin sorgulanması gibi anlayıp tepki gösteriyorlar. Hiçbir topluluk doğrudan dinin kendisi değildir. Toplulukların amaçlarını, yöntemlerini, çalışmalarını sorgulamak, İslam'ı sorgulamak değildir. "Cemaatler ve tarikatları inkar" yeni bir suç türü olmalıdır! Elbette zamana bağlı olarak suç türleri de sayısı da değişebilir. Ama saldırıya, hakarete dönüşmeyen bir sorgulamayı da suç veya inkar ile açıklamak isabetli değildir. Cemaatler ve tarikatlar sorgulanmalarını hazmetmelidir. Şeyhlerin ve yaptıklarının hatta sahip oldukları var sayılan bilgilerin eleştirilemezliği iddiası doğru değildir. Her fani sorgulanır. Her fani yaptıklarından sorumludur. Sorumsuzluk, hesaba çekilemezlik yalnızca yaratıca mahsus bir haldir.

Dünyadan el etek çekme, bir lokma bir hırkayla yetinme, dünya malı için ömrü tüketmeme iddiasına dayanan tarikatların nasıl olup da holdingleştiklerinin, medya organlarına sahip olduklarının makul bir açıklaması yoktur. Sonra bu holdinglerin mali kaynağı, kârının, zararının kimlere aktığının bir denetimi de yoktur. Tarikatların telkin ettikleri İslam anlayışının temel kurallara ne ölçüde uyumlu olduğu da tartışmanın temelidir.

Ancak bunların dışında tarikatların siyasetle ilişkisi de önemlidir. Çünkü her tarikat siyasi bir karşılık için, siyasi partilere destek oluyor veya muhalif oluyor. Destek veya muhalefet için çoğu kere temel ilkeler yok sayılarak, doğrudan tarikata/cemaaate ne kazandıracağına, ne kaybettireceğine göre karar veriliyor.

FETÖ örneği de önemlidir. Çünkü “siyasetten şeytana sığınır gibi Allah’a sığınmak” iddiası ile yolan çıkan fetö dönemler boyunca neredeyse gelip geçen iktidarları esir almış. Bununla da yetinmeyerek kanlı bir darbe yaptı. Diğer tarikatlar/cemaatler de aynı şeyleri yapar mı? Bir kesim yapar diyerek tarikatları şiddetle eleştirirken diğer kesim ise buna itiraz ediyor.

Fetö ilişkili olduğu siyasi iktidar sayesinde, devlet kurumlarında kadrolaşmıştı. Fetöcü olmayanların o kurumlara girmesi, barınması mümkün değildi. İhale teşvik gibi işlerden fetöcüler faydalanırdı. Şimdi cemaatler/tarikatlar, devlet kurumlarında kadrolaşıyor mu? Kendilerinden olmayanların o kurumlarda barınmalarına engel oluyorlar mı? Şeyhlerinin isimlerini yurtlara, okullara veriyorlar mı? Seçimlerde kendirlinden olmayanların seçilmemesi için uğraşıyorlar mı? Kendi tarikat mensuplarının seçilebilir yerden aday yapılmaları için uğraşıyorlar mı? Bu sorulara evet diyenlerin tarikatları geleceğin fetö grupları gibi görmeleri kaçınılmazdır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.