SON DAKİKA
Hava Durumu

Fırat'ın kıyıları ABD ile yeni savaş alanıdır

Yazının Giriş Tarihi: 30.01.2018 21:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.01.2018 21:00
Türk-Amerikan ilişkileri Padişah Abdülmecid döneminde, ABD ticaret gemilerinin Akdeniz’de faaliyetleri için Osmanlı Devleti’ne bağlı Cezayir’e vergi ödemek zorunda sayıldığı döneme kadar uzatılsa bile 1923’le başlatılması daha gerçekçi olabilir. Çünkü Lozan ile birlikte Türkiye kesinkes İngiltere limanına “Muasır Medeniyet” heyulası ile demir atmıştı. O dönemde İngiltere’nin bir dediği iki olmaz, medeniyet icabı diye yapılırdı. Ancak 1930’larda faşizmin Avrupa’da iktidar olması ile birlikte Türkiye’yi yönetenlerde de bir dalgalanma olmuştu.

Nazi Almanya’sı çok yönlü olarak Türkiye’yi etkilemeye başlamıştı. Hitlerin kullandığı Führer unvanının Türkçe karşılıkları dönemin yöneticilerine tantanalı törenlerle verilmişti. Gerçi Almanya’nın düşmanlarına diz çöktürmesinden dolayı Almanlar için fiili bir führer durumuna ulaşmıştı. Türkiye’nin düşmanları ise diz çökmek şöyle dursun Türkiye’nin diz çökmüşlüğünü sürdürmüşlerdi. Türkiye’nin asıl ikilem yaşadığı dönem ikinci dünya savaşı yılları oldu. İnönü’nün gönlü İngiltere’de aklı Almanya’da kalmıştı. Ama savaşı Almanya’nın kaybetmesi Türkiye’yi de bu ikilemden kurtardı. Paşa Lozan’da olduğu gibi bir kere daha ve biraz mahcup bir şekilde İngiltere demişti.

Ancak bu seferde savaşta İngiltere’nin yıldızı kaymış yerini ABD almıştı. İnönü, daha önce efendisinin buyrukları ile demir attığı İngiltere limanından ABD’ye 1945’te dümeni kırmıştı. ABD’de “muasır medeniyet” sayıldığından paşa için sakıncası yoktu ama ABD’nin “yönetiminizi bize benzeteceksiniz, çok partili seçimler olacak, özgür basın olacak, sendikalar olacak” gibi tuhaf istekleri olmuştu. SSCB’nin kanlı diktatörü Stalin’in Türkiye’den toprak istemesi, tehdit etmesi, İnönü için ABD’nin isteklerini daha çok “ehveni şer” haline getirmişti. Çaresiz Türkiye’nin yönetiminin içeriğini değiştirmeyi kabul etti. Nihal Atsız’ın bile “1923-1950 arası diktatörlük dönemidir, cumhuriyet 1950 seçimleri ile başlamıştır” demesine yol açan özgür seçimli, sendikalı, çok partili demokrasi dönemi böylece başlamış oldu. CHP’liler bu dönemi hiç sevmediler, “cici demokrasi, cahil çoğunluk” gibi nitelemelerle  sürekli aşağıladılar.

SSCB korkusu Türkiye’yi NATO’ya katılmaya itti. ABD bunun için önce bir bedel olarak Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasını istedi. Türkiye bu bedeli de ödedi. NATO’ya ondan sonra alındı. Böylece 1945’te Türkiye’nin SSCB tehdidi nedeniyle ABD’ye gönlünü kaptırması NATO ile fiilen ABD’nin denetimine girmesine yol açmıştı. Türkiye’deki askeri darbelerden tutun da eğitim politikalarına üniversite programlarının içeriğine hemen her konuya ABD müdahil olmuştu. İnönü’ye ise “Türkiye’ye demokrasiyi ben getirdim” övünmesi kalmıştı. O öldükten sonra bile yerine oturanlar bu heyula getirme götürme işlemleriyle övünmeye devam ettiler.

Feleğin işine bakın ki Türkiye ile ABD arasındaki ilk ciddi sürtüşme de İsmet Paşa’nın 1964’teki son başbakanlığına denk gelmişti. Kıbrıs’ta Türklerin Rum saldırısına uğraması üzerine Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale edeceği haberleri üzerine İnönü’ye mektup yazan dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson “NATO sebebiyle verdiğimiz silahlarla Kıbrıs’a müdahale edemezsiniz” diye bir güzel tehdit etmişti. İnönü ise bu tehdidi ancak, “dünya yeniden kurulur, Türkiye’de  o dünyada yerini alır” gibi bir görüşe göre yazının icadından beri duyulmamış hikmetli bir söz ile Johnson’a haddini bildirmişken başka bir görüşe göre ise çaresizliğini, acizliğini ilan etmişti.

Türk ABD ilişkilerinin ikinci ciddi krizi de 1974’te yine Kıbrıs meselesinden dolayı olmuştu. Türkiye’nin adaya askeri müdahalesine öfkelenen ABD, Türkiye’ye karşı ambargo kararı aldırdı. Birkaç yıl sonra bu karar kalktı ama BM’de Kıbrıs Türk kesiminin tanınmaması yok sayılması için aldırdığı karar ise halen daha yıkıcı etkisini sürdürmektedir. Yine de Türkiye ile Yunanistan’ın karşı karşıya geldiği bu olaylarda ABD’nin niye Türkiye’ye karşı mevzilendiğinin açıklaması bulunabilir.

Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getiren son ciddi olay ise ABD’nin bile terör örgütü saydığı PKK/PYD meselesidir. Her yıl dünyaya insan hakları raporu yayınlama küstahlığı gösteren ABD bu raporları ile pek çok ülkeyi “teröre yakın oldun, teröre destek oldun” diye hesaba çekip ayar verirken, şimdi kendisi gizlemeye bile ihtiyaç duymadan, NATO üyesi Türkiye’ye karşı, terör örgütü saydığı PKK’nın yanında saf tutmuştur. Elbette Türkiye 1964’ün Türkiye’si değildir, Tayyip Erdoğan’da İnönü değildir. Arada epeyce farklılık oluşmuştur. İşte bu farklılıkların taraflara neler getirip götürdüğünü ise zaman gösterecektir.

Afrin’de başlayan Zeytin Dalı hareketini, ABD “orası bizim faaliyet alanımız dışındadır” diyerek şimdilik geçiştirmeye çalışsa bile yakın bir gelecekte Zeytin Dalının Menbiç’e de uzaması halinde bu dalın ABD’ye nasıl bir hasar vereceğini ve Türkiye’ye de maliyetinin neler olacağını tahmin etmek zordur.

Yine de ABD’nin bütün şamatasına çirkefliğine rağmen Türkiye’ye karşı Menbiç’te doğrudan bir savaşa girişeceği ihtimali çok zordur. Ama Türkiye’de ekonomik krizler çıkararak, maşası PKK’lıların iplerini gevşetip daha çok karakol baskını yaparak dolaylı yollarla intikam almaya çalışması kuvvetle muhtemeldir. Türkiye ABD savaş alanı artık Kıbrıs değil Fırat’ın kıyılarıdır.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.