SON DAKİKA
Hava Durumu

HOŞGÖRÜ

Yazının Giriş Tarihi: 25.12.2020 19:09
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.12.2020 19:09

Celaleddini Rumi (D.1207-Ö.1273), günümüzde Afganistan sınırları içindeki, Güney Türkistan’da Mezarı Şerif’de doğdu. O dönemde buraya Belh denilirdi. Bu yüzden pek çok tarih kitabında Celaleddini Rumi yerine, Celaleddini Belhi denilmiştir. Şehirde Hz. Ali’ye ait olduğuna inanılan bir mezar vardı. O mezara, Mezarı Şerif denildiğinden, zamanla Belh adı unutuldu, şehir Mezarışerif diye anıldı. Hz. Ali’nin Belh’e gitmesi orada vefat etmesi gerekmezdi. Halk o mezara öylece inanmıştı. Celaleddin, babası Bahaüddin Veled ile birlikte7-8 yaşlarında gelip Konya’ya yerleşmişti. Konya’da önceleri ilmiye sınıfından bir molla iken sonradan Şemsi Tebrizi’nin etkisiyle Tasavvuf/Tarikat yoluna katıldı. Eserlerini de bu döneminde Konya’da ama Farsça olarak yazmıştır. Tek cümlelik de olsa Türkçe bir yazısı, beyti yoktur. Buna rağmen her nasılsa kendisi ünlü Türk edebiyatçılarından sayılmaya devam edilmektedir. Böylece ünlü Türk edebiyatçılarından olmak için, Türkçe yazmanın gerekli olmadığı da ortaya çıkmış oldu.

Celaleddini Rumi için adından daha çok kullanılan “Mevlana” kavramı da dikkat çekicidir. Veli kökünden gelen bu kelime, efendimiz-sahibimiz anlamındadır. Rumi’nin taraftarları bu lakabı o kadar benimsediler ki artık Celaleddinin Rumi adı ya hiç kullanılmadı veya kullanılsa bile ön ad olarak Mevlana denildi. Celaleddini Ruminin hangi işleri, eserleri nedeniyle Türklerin sahibi/efendisi olduğu sorusu da cevabı da hiç duyulmadı.

1950’den itibaren Celaleddini Rumiyi anma törenlerine her yıl giderek artan bir sayıda Demokrat Parti milletvekilleri, bakanları da katıldı. 1951’de yapılan törenleri Milliyetçiler Derneği organize etti. Bu törenler ile milliyetçilik kavramı yeni bir içerik ve anlam kazanmış oldu. 1954’de yapılan törenlere CB Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’de katıldı. Böylece Rumiyi anma törenleri zaman içinde sağ partilerin, iktidarların yer aldığı özel bir gün durumuna geldi. 1954’den başlayarak törenlere, Libya, Pakistan, İran, Mısır gibi ülkelerin elçilik temsilcileri de katılır. Böylece törenler uluslararası bir mahiyete ulaşmış oldu.

CHP 1960 askeri darbesinden sonra yeniden ve süngü zoruyla iktidara taşındığında yeni bir adım daha attı. 1925’de kapatılmış olan Nevşehir Hacıbektaş İlçesindeki, Hacıbektaşi Veli Türbesini 1964'de ziyarete açarak aynı yılın 16 Ağustos ayında anma törenlerini başlatmış oldu. 1989’a kadar Türkiye’den katılımcılar ile yapılan ulusal Hacıbektaş Anma töreni 1989’dan itibaren Türkiye dışından da katılanlar ile uluslararası bir duruma gelmiştir. Böylece Sünni kesim için Şeyh Celaleddini Rumi, Alevi kesim için de Hacıbektaşı Veli anma programları resmileşmiş oldu. Bu iki zatın dışında başka bir şeyhi anmak ne Aleviler için ne de Sünniler için uygun görülmedi. Çünkü Türkiye’nin sahibi/kurucusu sayılan CHP yönetimi bu iki şeyh efendinin anılmasını uygun gördüğünden hemen her yıl Konya’da ve Hacıbektaş ilçesinde anma törenleri devlet eliyle yapılmaktadır. Sünni ve Aleviler için CHP idaresi kendine göre bir çeşit dengede sağlamış oldu.

 Her nasılsa Celaleddini Rumi’yi Sünni kesim daha çok sahiplenir. Alevilerin sazlı sözlü semahlarının eleştirilmesine karşılık Celaleddini Rumi’nin görüş ve telkinleriyle oluşan Mevlevi tarikatının neyli seması rağbet görür. Sema töreni zikir diye bilinir. Zikir ise ibadetten sayılır. Böyle neyli, müzikli ve ayakta dönme esasına dayanan bir zikrin nasıl ibadet olduğu sorusu da cevabı da duyulmadı. İbadete neyin karıştırılmasını sessizlikle karşılayanlar, sazın-bağlamanın ibadete karıştırılmasına şiddetli tepkilerini devam ettirdi.

Tarih içinde Müslümanlar arasında Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf denilen ekoller ortaya çıkmıştı. Bu ekollerin biri birleriyle ilişkileri iyi değildi. Biri birlerini kıya sıya eleştirmişler, her ekol doğruyu sadece kendisinin temsil ettiğini iddia etmişti. Celaleddini Rumi her nedense eskiden beri hoşgörü kavramı ile daha çok anılır. Buna karşılık Rumi, Tasavvuf dışında kalan ekoller için oldukça ağır ifadeler kullanmıştır. İlahi hakikatlerin akılla anlaşılamayacağını, Kelam ve Fıkıh ile uğraşanların kör ve sağır durumundaki kimselere benzediğini savunmuştur.(Mesnevi.I.95). Rumi Kelam ve Fıkıh erbabı için:

“Ma zi Kur’an bergüzidim mağza ra

Post ra pi-şi segan endahtim.” 

(Biz Kur’anın özünü, cevherini aldık, postunu köpeklerin önüne attık.) Tasavvuf ile Kelam Fıkıh ekollerinin hangi konuda hangisinin ne kadar haklı oldukları tartışması bir yana, kendisini elbette Tasavvuf ekolü içinde gören Rumi, diğer ekoller için köpek deyince herhalde insanlığın şimdiye kadar pek bilmediği bir hoşgörü örneğini göstermiştir.

 

Salgın nedeniyle 2020’de Rumiyi anma törenleri kalabalık heyetlerce yapılamadı. Buna karşılık İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bu tören için kendisini vazifeli sayarak, Evrensel Mevlana Aşıkları Vakfına (EMEV) bir tiyatro sahnesinde anma töreni yaptırdı. Önceki yıllarda Farsça okunan Naat ve Ayin Türkçe yapıldı. Semazenlerin bir kısmı da kadındı. Ayin sonunda Kur’an ayetleri de Türkçe okundu. Ayetlerin Türkçe mealleri değil doğrudan kendileri Latin harflerine göre okundu. Mevlevilik tarihinde emsali görülmemiş bir olaydır.

1930’lu yıllarda devlet zoruyla ezanı, Kur’anı Türkçe okutmaya çalışan bir parti idaresindeki İBB’nin bunu yapması elbette geçmişine duyulan bir özlem olmalıdır. Unutulmamalıdır ki İBB’ye aday olan şahıs, seçim döneminde camilere gider ayetleri Arapça okurdu. Seçimden sonra bir daha camiye gitmez ve ayet okumaz oldu. Şimdi ise ayetleri Türkçe okutmaya kalkıyor. Seçim döneminde yaptığı mı yanlıştı bugün yaptığı mı yanlıştır? Aslında ikisi de yanlıştır. Çünkü her ikisinde de bir din istismarı vardır.

Türkiye’de devlet ve kendisini devletin, ülkenin sahibi sayan kemalist zihniyetin heykelden sonra en önemli kutsalı laikliktir. Ancak kendi kutsalında bile samimi değildir. Din ile ilgili gördüğü her işe müdahale etme hakkını kendinde görmektedir. Kimlerin anılabileceğinden tutunuzda nasıl anılacakları hakkında bile kurallar koymaktadır. Eskiden ülke memaliki şahane yani padişahın mülkü sayılırdı. Padişahın kendi mülkünde istediğini yapma hakkı kabul edilirdi. Şimdi Türkiye, bir Memaliki Kemaliye sayılmaktadır. Kemal Paşa sağlığında kayıtsız, şartsız olarak egemenlik yetkisini kullanırdı. Belli ki günümüzde bu yetkiyi onun partisi kullanmak hevesindedir.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.