SON DAKİKA
Hava Durumu

İstanbul'da Tomos işleri (1)

Yazının Giriş Tarihi: 24.01.2019 21:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.01.2019 21:30
5/6 Ocak 2019’da İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’nin ev sahiplendiğinde düzenlenen törenle Ukrayna Kilisesi’nin bağımsızlığı “Tomos” adlı bir kararname ile ilan edilmiş oldu. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın oldukça önemliydi. Uluslar arası ilişkilerde dinin tayin edici rolünü gösteren yeni bir örnek ortaya çıkmıştı. Toplumların gelişmesiyle birlikte “dinin belirleyici olmaktan çıkacağı” gibi önyargıları yerle yeksan edici bir olaydı. Şehirleşme oranı arttıkça, okuma yazma oranı çoğaldıkça, başka toplumlarla her türlü ilişki çoğaldıkça dinin etkisinin de o ölçüde azalacağı gibi akla ziyan iddiaların aksine dinin toplum üzerindeki etkisi giderek daha baskın hale gelmektedir.

Batı Hıristiyanlık dünyası Roma İmparatorluğunun bölünmesiyle birlikte (395’te) Katoliklik ve Ortodoksluk diye ikiye ayrılmıştı. Bu ayrılık Hıristiyanlık tarihinde çok önemli olmuştu. Taraflar biri birlerini sapıklıkla suçlamışlar ve aralarındaki düşmanlık kanlı savaşlara ve katliamlara yol açmıştı. Ortodoksluğun dini merkezi Doğu Roma (Bizans) olmuştu. Balkanlılar ve Ruslar da İstanbul’daki Ortodoks Kilisesine (Fener Rum Patrikhanesine) bağlanmıştı. Zamanla Bizans’ın kendini koruyamaz duruma gelmesi Patrikhane’nin Ortodokslar üzerindeki etkisini de zayıflatmıştı.

Bizans’ın İstanbul’un fethiyle ortadan kalkması Rus Kilisesinin de yolunu açmıştı. Rus Çarları kendilerini Bizans İmparatorlarının mirasçısı saymıştılar. Rus Çarlarının siyasi ve askeri gücünün artmasına bağlı olarak Rus Kilisenin de nüfuz alanı Patrikhanenin aleyhine olacak şekilde genişledi.

Rusya’da Komünist iktidarın kurulması, bütün dinlere bu arada Hıristiyanlığa karşı da savaş edilip kiliselerin kapatılması ile birlikte Patrikhane en önemli rakibinden kurtulmuş oldu. Ancak Patrikhane’nin hayalini alıp götüren gelişmeler Balkanlarda peş peşe yaşandı. Sırbistan, Bulgaristan, Romanya gibi ulus devletlerin ortaya çıkması bu ülkelerde ki kiliselerin de Patrikhaneden ayrılıp bağımsız olmalarına yol açmıştı. Ulus devletlerin kiliseleri de uluslaşmıştı. Bağımsız olan bu ülkeler Slav kökenli olmaları nedeniyle kendilerini Rusya’ya ve Moskova Kilisesi’ne daha yakın gördüler. Ancak Sovyetler Birliği’nin genişlemesi Yunanistan dışındaki Balkan ülkelerini de kapsaması bu ülkelerdeki kiliseleri de varla yok arası bir duruma getirmişti.

Patrikhane fiilen Türkiye ve çevre ülkelerdeki Rumlar ve Yunanistan ile sınırlanmış oldu. Zamanın akışı patrikhanenin aleyhine oldu. Osmanlıya Balkanlardaki bütün etnik, milliyetçi kalkışmalar kilisenin öncülüğünde gerçekleşti. Bu ülkelerde kilise kültürün, kimliğin ve siyasetin temel belirleyicisi oldu. Sovyetler Birliği’nin din karşıtı siyasetleri kiliseyi zayıflattı ama ortadan kaldıramadı. 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte Balkan ülkelerinde ve Rusya’da kilise kaldığı yerden, 70 yıllık bir aradan sonra yoluna daha hızlı bir şekilde devam etmeye başladı.

Türkiye’de de benzeri bir durum yaşandı. Rum/Yunan isyanlarına Patrikhane öncülük ettiğinden dolayı II. Mahmut’un emriyle, Patrik Gregorios 22 Nisan 1822’de Patrikhane’de idam edilmişti. Osmanlı devleti en zayıf anında bile kendisine ihanet etmiş saydıklarını cezalandırma kudretini göstermişti. Sonraki yıllarda ortaya çıkan gelişmeleri fırsat bilen Patrikhane bu idamın intikamını almaya çalıştı. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda ve Milli Mücadele döneminde beklediği fırsatları fazlası ile buldu.

Milli Mücadele 1922’de bitince herkes Patrikhane kapatılacak ya da Türkiye’den çıkarılacak beklentisindeydi. Üstelik Türkiye Yunanistan arasındaki Nüfus Mübadelesi de Rumları Yunanistan’a gönderdiği için Patrikhaneyi Türkiye’de tabansız bir duruma getirmişti. Rum nüfusunun gitmesi patrikhane için ölümcül bir darbe olmuştu. Ne var ki Lozan Anlaşması Patrikhane’yi kurtardı. Türkiye’de kalmasına, ihanet ettiği ülkede faaliyetlerine devam etmesine imkan sağladı.

Lozan Anlaşması, Patrikhane’yi Türkiye’de (İstanbul’da) kalan Rumlarla sınırlandırmış ve içinde bulunduğu Fatih İlçesi Kaymakamlığına bağlamıştı. Görünüşte bu bir felaket gibiydi. Ama kapatılmasından Türkiye dışına çıkarılmasından çok daha iyi bir sonuç olmuştu. Çünkü ilerde şartların değişmesi halinde Patrikhanenin kendisini Fatih kaymakamlığı ya da İstanbul Valiliği ile asla sınırlandırmayacağı görülecekti.

Türkiye’de cumhuriyet yönetimi patrikhanenin istekleri konusunda, beklentilerin aksine cömert davranmıştı. Müslüman çoğunluğun vakıflarının tümüne devlet el koymuşken Patrikhaneye bağlı vakıflar bütünüyle aynı uygulamaya uğratılmadı. Patrikhanenin eskiden beri en büyük isteği Ayasofya’nın kendisine teslim edilmesiydi. İstanbul’un işgal altında olduğu dönemde (1918-1923) bile bu isteği gerçekleşemedi. Ancak ABD heyetlerinin peş peşe Türkiye’ye yaptıkları ziyaretlerin ardından Ayasofya Camisi 1932’de Müze yapıldı. Ayasofya’nın müze yapılması o kadar önemli olmuştu ki İngiltere Kralı VIII. Edward bile bu olaydan birkaç yıl sonra “özel ziyaret” için Türkiye’ye gelmiştir. Kral Ankara’ya gitmeye tenezzül bile etmemiştir. Ama Ankara’daki herkes İstanbul’a taşınmıştır. Osmanlı devleti’ni bitiren İngiltere kralını memnun etmek için minarelere mahyalar asıldı bütün sokaklar onun adı ve fotoğrafları ile kirletildi. Kral İstanbul’da en başta “Ayasofya Müzesini” ziyaret etmiştir. İstanbul ziyaretinin ardından Kemal Paşa’nın “özel treniyle” Viyana’ya gitmiştir.

ABD başından beri Patrikhaneyi uluslar arası etkili bir kurum haline getirmeyi siyaset olarak benimsemiştir. Bu siyaset özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Moskova Kilisesi’nin yeniden ortaya çıkması ile daha görünür hale gelmiştir. Çünkü Balkan ülkelerinin Slav kökenli ve Ortodoks mezhebinden olmaları, bağımsızlıklarını Rusya’nın yardımı ile elde etmiş olmaları gibi nedenlere bağlı olarak Rusya Balkan ülkelerini kendisinin doğal bir yayılma ya da etki alanı olarak saymıştır. Balkan ülkelerindeki kiliselerinde İstanbul’daki Patrikhane’ye değil de Moskova’daki Rus Ortodoks Kilisesi’ne bağlanması Rusya’nın temel siyaseti haline gelmiştir.

Rusya’nın kiliseye bağlı olarak Balkanlarda nüfuzunu tesis etmesine karşı olarak ABD ise patrikhaneyi cepheye sürmüş “Patriğin aslında ekümen olduğu” yani evrensel olduğu tezini propaganda etmiştir. Ortodoksluk inancına göre patriğin ekümen sayılmasına Türkiye hangi hakla müdahale edebilir diye bir soru olabilir. Ancak bu soru iki nedenle yersizdir ve gereksizdir.

Devamı yarın…
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.