SON DAKİKA
Hava Durumu

Kahrolsun Amerika

Yazının Giriş Tarihi: 08.01.2020 22:01
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.01.2020 22:01

İçinde İran’ın olduğu bütün konuların müzakeresi ya Mezhepçilikle ya da Amerikancılıkla biten bir suçlamaya maruz kalmaktadır. Dünyayı ABD ve İran eksenli, iki kutuplu bir dünya gibi görmek, sadece bir görüş hatası değildir. Dünyayı görememe, tanıyamama gibi bir çeşit algı bozukluğudur. Bir idrak sorunudur. Hiçbir siyasi görüş kendini ya ABD ya da İran’ın yanında, yedeğinde, hizmetinde görmeye mahkum ve mecbur değildir.
ABD’ye muhalif olmanın zorunlu şartı İran’ın yapıp ettiklerini doğru bilmek ya da alkışlamak değildir. Çünkü son on yılın belli başlı olayları hatırlandığında bu muhalefetin içeriği de anlaşılmış olur. Daha 2010’da Türkiye’nin geçici olarak BM Güvenlik Konseyi üyesi olduğu zamanda, İran’ın nükleer silah elde etme takıntısı nedeniyle ABD’ye karşı BM’de Türkiye İran’ın yanında yer almıştı. Güya Türkiye, “ABD’nin bağımlısı bir ülkeydi, İran ise ABD’nin baş düşmanı” idi. Oysa bu olay, büyük tarihi bir kırılma oldu. Türkiye, Nato müttefikini, İran için karşısına almış olmasına rağmen benzeri bir yakınlığı son on yıldan beri İran’dan görmedi. Çünkü İran’ın kendisine göre bir dış gündemi vardı ve gündemi takip etmekle meşguldü. Başta PKK sorunu olmak üzere, Irak, Suriye hatta Azerbaycan-Ermenistan savaşında İran sürekli Türkiye’nin karşısında saf tutmaya devam etti.
İran bölgede egemenlik tesis etmek için, Şii nüfusu kendisine bir fırsat olarak görmektedir. Afganistan’dan Nijerya’ya kadar nerede Şii bir topluluk varsa, İran onunla gizli açık ilişki kurmuş, eğitmiş, donatmış, şartlara göre silahlandırmış ve kendi siyaseti için bir milis gücü durumuna getirmiştir. Bunun belki tek istisna sayılacak örneği Kuzey Azerbaycan’dır. Kuzey Azerbaycan halkının çoğunluğunun Şii olmasını önemsiz sayarak, Hıristiyan Ermenistan’ın yanında yer aldığı gibi, Kuzey Azerbaycan’da elde ettiği bazı kesimleri de hükümete karşı kullanmaktan geri durmamıştır.
Benzeri bir faaliyeti Türkiye İran sınırları içinde yürütebilir mi? Türkiye, İran sınırları içinde Sünni nüfusu eğiterek, donatarak, kendisinin bir milis kolu gibi faaliyetlerini organize etmesini İran hükümeti nasıl karşılar? İran hükümeti vahdeti kendi sınırları dışında, kendisinin gizli açık ajandası için kolayca faaliyet yapabileceği bir imkan olarak görüyor. Oysa vahdetin kendi ülkesinden başladığını kabul etmiyor. Kendi vatandaşı olan Sünni nüfusun doğal, insani ve İslami hak ve taleplerini mezhepçilik, Amerikancılık ve fitne suçlaması ile devlet terörüyle bastırıp engellemeye devam ediyor.
İran ile İslam Ümmetinin büyük çoğunluğu arasında Irak ve Suriye olayları büyük bir uçurum oluşturmuştur. Bütün ABD karşıtı söylemlerine rağmen, Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesinde ve O’nun yerine İran’a bağlı hiziplerin iktidar edilmesinde ABD ile birlikte çalışmaktan geri durmamıştır. ABD’nin Irak işgaline direnen toplum kesimlerine karşı, İran kendisine bağlı hizipler ile ve ABD ile birlikte son derece acımasız ve katliamcı davranmıştır. Saddam Hüseyin’in infazını ABD, İran’a bağlılığı ile bilinen Mukteda Sadr hizbine yaptırmıştır. Saddam’ın infazı İran içinde ve ona bağlı hiziplerin olduğu her yerde büyük bir coşku ile helva dağıtımı ile kutlanmıştır. ABD ile aynı sevinci paylaşmanın bir utanç nedeni olduğunu İran ve onun tarafı olan hizipler o dönemde hiç düşünmemiştir.
Irak’ta IŞİD’in ortaya çıkması da söz konusu uçurumu ayrıca büyütmüştür. Çünkü sabah akşam doğrudan namazlarında bile “Merkber Amerika” diye bağıran İranlıların, ABD askeri güçleriyle birlikte IŞİD’e karşı acımasız operasyonlar yaptıklarına herkes şahit olmuştur. Kasım Süleymani doğrudan Musul’un işgaline katılmıştı. Musul, Moğol işgal döneminde bile görmediği yıkımı yaşamıştı. Ne ölenin, ne de evi barkı yer ile yeksan edilenin haddi hesabı yoktu. Tuhaf olan ise Kasım Süleymani veya Irak içindeki İran bağlısı hiziplerin ABD ile birlikte Musul gibi yerlerde ortaklaşa katliamlar yapabilmeleriydi. Sadece ABD ile ortak sevinçleri değil “ortak zaferleri” içinde Irak önemli bir uygulama alanı olmuştur.
IŞİD’in elebaşı Ebubekir Bağdadi’nin ABD tarafından infaz edilmesine de ne İran resmi makamlarının ne de ona bağlı hiziplerin hiçbir itirazı olmamıştı. Aksine Bağdadinin infazından sonra da yine lokma dağıtım törenleri, sevinç gösterileri olmuştu. İran kendisine bağlı hiziplerle birlikte ve ABD ile ortak bir sevinci daha yaşamıştı. Bugünlerde Kasım Süleymani’nin infazından dolayı İslam Ümmetinin ezici çoğunluğunu, “ABD ile aynı sevinci paylaşmakla” suçlayanlar, geçmişte ABD ile yaşadıkları ortak sevinçleri, cephe ve silah arkadaşlığını hiç akıllarına bile getirmiyorlar.
Suriye olayı ise bambaşka bir faciadır. İran’daki idare, kendisini, “İslam devriminin bir sonucu” olarak göstermeye çok heveslidir. İran halkının tağuta (şaha) karşı kıyamı ile gerçekleştiğini, kırk yıldan beri tekrarlamaktadır. İran yönetimi, tağut dediği şaha karşı kıyamı, İranlıların bir hakkı hatta kutsal bir görevi sayarken aynı hakkı ve kutsal görevi Suriye halkı için adeta yasakladı. Suriye tağutu olan Esat’ı korumak için varını yoğunu harcadı. Suriye halkının en az yarısı, içerde dışarıda muhacir, mülteci oldu. Milyondan fazla Suriyeli katledildi. Bu katliamlarda Kasım Süleymani daima elebaşılık görevi yapmıştır. Suriye şehirlerinin enkaz yığını haline gelmesinde, beş milyondan fazla Suriyelinin mülteci olmasında doğrudan Kasım Süleymani sorumludur. Bir savaş suçlusudur.
Kasım Süleymani, geçmişte ittifak ettiği, Musul vb yerlerde ortak operasyonlar yaptığı ABD tarafından 2-3 Ocak 2020 gecesi infaz edildi. Irak’ta Suriye’de Süleymani marifetiyle mağdur edilen kitlelerden, “Süleymani için yas tutulmasını” beklemektedirler. Hangi insan topluluğu kendi celladı için yas tutar? Mazlumlardan celladına ağlamasını istemek,  nasıl bir özürlü aklın işidir?
Süleymani’yi, eski müttefiki ABD’nin infaz etmesine yas tutmamak bir mezhepçilik sayılmaz. Hatırlanmalıdır ki kırk yıl önce Irak ve Suriye halkının ezici çoğunluğu “İslam devrimi” diye İran’daki rejim değişikliğini sahiplenmişti. Ama İran’daki eski ve yeni rejim halka karşı daima Baas Diktatörlüğünü tercih etmişti. Bununla da kalmayarak, Baas’ın katliamlarına fiilen ortak olmuştu.
İran hükümetinin bölgede işgalci, yayılmacı siyasetine muhalefet edenleri daima “Mezhepçi ve Amerikancı” diye suçladığı bilinmektedir. Amerikan işgallerine ve katliamlarına maruz bıraktığı toplulukları ise her ne zaman başı sıkışmış ise kendi yasına ortak olmaya çağırmaktadır. İran hükümeti, sevincini ABD ve Rusya ile yaşarken, yasını İslam Ümmeti ile yaşamaya çalışmaktadır.
Görünen odur ki ABD, kendi eliyle Irak’ı teslim ettiği İran’dan geri almaya çalışmaktadır. Irak, ABD ve İran için bir savaş ganimeti durumundadır. Şimdi bu ganimet için karşı karşıya gelmişlerdir. ABD, Irak’taki işgalini, İran olmadan tek başına sürdürmek isteğindedir. İran son kırk yıldan beri, komşu topluluklar için daima bir katliam, işgal, facia nedeni olmuştur. Buna karşılık, işgalci ve yayılmacı siyasetlerine devam etmektedir. İslam Ümmetinin ezici çoğunluğu ile İran ve ona bağlı hiziplerin artık sevinci de kederi daha çok farklılaşmıştır. Tekrar ortak bir gelecek, kederde ve sevinçte birlik ise İran’ın kırk yıldan beri yaptıklarını terk etmesine bağlıdır. İslam Ümmetine karşı, Afganistan ve Irak’ta ABD ile Suriye’de Rusya ile işbirliğine devam etmesi halinde kendi düşen ağlamaz sözü İran’ın geleceğini açıklayabilir. İran kendi yasları için müttefikleri olan ABD ve Rusya’da ortak aramalıdır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.