SON DAKİKA
Hava Durumu

Kölelik fıkhından İstanbul Sözleşmesine

Yazının Giriş Tarihi: 14.08.2020 18:26
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.08.2020 18:26

İstanbul Sözleşmesi iddiaların aksine yaşatmıyor. Kadın cinayetleri devam ediyor. Ancak İstanbul Sözleşmesinden dolayı, kadın cinayetlerinin devam ettiğini söylemek de manasız olur. Sözleşmeyi Avrupa Konseyi hazırlattırıyor. Elbette Avrupalıların kadın anlayışına göre hazırlanıyor. Avrupa’nın geçmişinde kadın ikinci sınıf insan değil, insan bile sayılmazdı. Şeytanın içine gizlendiği bir varlık kabul edilirdi.

Şimdi ise evet kadın sosyal ve siyasal hakların sahibidir ama bunlardan önce cinsel bir nesnelik onun ilk özelliğidir. O ilk özellik ise kapitalizmin hizmetindedir. Kapitalizmde kimin ne kadar kazandığı önemlidir. Nasıl ve hangi kurallara bağlı kalınarak kazanıldığı gibi sorular anlamsızdır. Kadın da kazandırdığı oranda önemlidir. Kazandırmayan kadın önemsizdir, değersizdir. Sözleşme sebebiyle herkes biri birine bağırmaya, parmak sallamaya devam ediyor. En çok da Batının tarihteki kadın anlayışına göndermelerde bulunuluyor. Batının kadın konusunda geçmişi karanlıktır, yüz kızartıcıdır. Ancak İslam Dünyası için aksini söylemek ne kadar mümkündür?

Köleliğin temel kaynağı sayılan savaş esirlerinin, köleleştirilmesi Muhammed Suresinde (ayet 4) yasaklandığı halde, kölelik Abdülmecit zamanına kadar (1839-1861) devam etmiştir. Yani ayetin rağmına Müslümanlar, aslanlar gibi köle alış verişine, kendileri gibi insan olanları, köle olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Her mezhebin fıkıh kitaplarında kölelik hukuku hakkında uzun uzun akıl yürütmeler (belki akıl oyunları demek lazım) olmuştur. Malum kadın kölelere cariye denirdi. İslam büyüğü etiketi taşıyan pek çok tanınmış zatın çok sayıda cariyesi olduğu anlatılır.

Evlenmek, boşanmak gibi doğrudan kadın hayatını ilgilendiren konularda kadını söz sahibi saymayan fıkıh ekolleri bilinmektedir. Kadının nikahı velisinin onayına, boşanması da kocasının kararına bağlanmıştır. Kadın ise bu konularda daha çok karar sahibi bir kişi değil bir şey, bir nesne durumundadır. Geçici nikah işlemi ile kadının toplum içinde düşürüldüğü yüz kızartıcı durumun meşruiyetini savunmak için kendini heder edenler sözü daha çok Avrupalıların kadın anlayışı üzerinde gezdirmeyi tercih etmektedirler.

Kadından yönetici olamayacağı, boşanma kararını kendisinin alamayacağı, (ilgili ayetin içeriği tahrif edilerek) iki kadın şahitliğinin ancak bir erkeğin şahitliğine denk sayılacağı gibi vicdana sığmaz görüşler yüzlerce yıl fıkıh kitaplarının önemli bölümlerini oluşturmaya devam etmiştir. Müslüman kavimlerin kendi geleneklerini, örflerini fıkıh adıyla İslam’ın kuralları diye takdim etmeleri teslim edilmelidir ki bu dünyada kadınlar için kolay kolay katlanılamayacak azap dolu bir hayata neden olmuştur.

Muhammed Suresi 4. Ayetine rağmen nasıl kölelik olur sorusu yerine, köleliği meşru bilen, onun ticaretini helal gören, Müslüman olmayanların kölelerine yaptıkları kötü muamelelere karşılık, Müslümanların kölelerine iyi muamele etmelerini öngören fıkıh kuralları hem aldanmanın hem de aldatılmanın nedeni olmaya devam etmektedir.

Dünyada hukuken kölelik yoktur. Ancak ömür boyu asgari ücrete mahkum edilenlerin gerçekten köle olup olmadıkları şüphelidir. Büyük holdingler için, küçük işletmeler için kadın çalışanların ömür boyu asgari ücrete mahkum edilmeleri onlar için tükenmez bir gelir kaynağı olmuştur.

İstanbul Sözleşmesinde, aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet, cinsel eğilim vb terimlerle ailenin hedef alındığı neredeyse ortak görüştür. Avrupa Konseyinin hazırlattığı bir sözleşmeden aksini beklemek mümkün müdür? O Avrupa ki yüzlerce yıl kıtalar arası köle ticareti yaptığı halde (göstermelik bile olsa) köleliğin yasaklanmasına öncülük etmiştir. Müslümanların halifesi sayılan Abdülmecit ise Avrupalıların baskıları ve telkinleriyle ancak köleliği resmen yasaklamıştır. Avrupa Konseyini, onun sözleşmesini lanetleyerek şeytan olarak taşlamak yerine, kadınların mağduriyeti nasıl önlenebilir sorusunun cevabı daha önemli değil midir?

Kadının özgürlüğünü hak ve hukukunun korunmasını, erkek tarafına diz çöktürmek olarak kabul eden bir anlayışın Ak Parti kadın kollarında sahiplenildiği görülmektedir. Bu anlayışın sorun çözmek yerine yeni sorunlara neden olduğunu, makul gerekçelerle açıklamak yerine, bu anlayışın sahiplerini (özür dileyerek yazıyorum) fahişe ilan etmek İslam edebine, insanlık onuruna yakışır mı?

IŞİD’in işgal ettiği bölgelerde kadınlara ne tür aşağılık işler yaptığı bilinmektedir. IŞİD bir terör örgütüdür. Barbardır. Bütün bunlar doğrudur da o IŞİD’in ilham aldığı tarihi metinler ne olacaktır? Onları reddetmeyenlerin, mahkum etmeyenlerin işi sadece IŞİD’in barbarlığı ile açıklaması yeterli değildir. Irak’ta Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele maskesiyle sahaya sürülen Haşdi Şabi, Fatimiyyun gibi örgütler kendilerinden olmayanların eş ve çocuklarına IŞİD’in yaptıklarının, hemen aynısını kolayca yapmışlardır. Bütün bu vahşetlerin sadece terör kavramı ile açıklanması gerçeği örtmektir. Bu vahşetlere kaynaklık eden bir fıkıh anlayışı, fıkıh geleneğini görmek icap eder.

Her zulmü alkışlayan, erkek kadın ayırımı yapmadan yüz yıldan beri Türk insanını sömüren Koç holding gibi kirli sermaye çevrelerinin İstanbul Sözleşmesine sahip çıkması tesadüf değildir. Sözleşme değiştirilemez, tartışılamaz kutsal bir metin değildir. Türkiye tümüyle sözleşmeden çekilerek ya da aileyi hedef alan maddelerine çekince koyarak, LGBT’lilik örgütlenmelerini, faaliyetlerini yasa dışı ilan etmelidir. Ancak bunun yanında devam eden kadın cinayetlerinin, nasıl engelleneceği konusunda, meslek odaları, kadın dernekleri gibi tarafların ve uzmanların katılımı ile bir çare bulup uygulamak zorundadır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.