SON DAKİKA
Hava Durumu

Adriyatik'in saklı cenneti Kotor

(Hatice ASAROĞLU)       Uçsuz bucaksız, sarp dağların çevrelediği, tabiat harikası, tarihi şehir, Kotor! Ortaç

Haber Giriş Tarihi: 16.11.2017 18:23
Haber Güncellenme Tarihi: 16.11.2017 20:23
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Adriyatik'in saklı cenneti Kotor
(Hatice ASAROĞLU) 

 

   Uçsuz bucaksız, sarp dağların çevrelediği, tabiat harikası, tarihi şehir, Kotor! Ortaçağ’a has mimari yapısını, tarihi atmosferini çok iyi korumuş şirin turistik bir şehir.

Budva’dan 18 km uzakta, yarım saat yol aldıktan sonra karşımıza çıkan şehrin dibacesi uzunca bir tünel! Tünelden çıkar çıkmaz hissettiğim şey, bir dağ tünelinden değil de zaman tünelinden mi çıktık acaba oldu. Eşsiz manzarasıyla, otantik mimarisiyle tipik bir Ortaçağ şehri, zamanı durdurmuş, misafirlerini buyur ediyor. Gerçekten büyüleyici bir ortam! Unesco Dünya Kültür mirası listesine alınan, oldukça rağbet gören, sürekli Dubrovnik ile kıyaslanan ve hatta Dubrovnik’ten daha da güzel olduğu dillerden düşmeyen bu küçük kasaba; mevcut turist yükünü taşımada zorlanıyor. Felç olmuş trafiğe, uzun soluklu park yeri arayışımıza rağmen Adriyatik’in saklı cenneti Kotor bizi büyülemede, etkisi altına almada fazla zorlanmadı.

SUYUN RAKSINA KULAK VERDİK

Limanda devasa cruise gemilerinin gölgesinde bir otoparka arabamızı bırakıp zaman tünelindeki yürüyüşümüze devam ettik. Hemen kaleye çıkış tabelasını görür görmez tabanları yağlamama rağmen, çocukların itirazları acıktık nidaları ile zorunlu olarak karnımızı doyuracak bir yer arayışına sürüklendim. Kaleye çıkan giriş kapısını geçtik, taş bir köprüden geçip sağa saptık, bir alışveriş merkezine doğru ilerledik. Ancak alışveriş merkezinde yiyebileceğimiz bir şey bulamadan çıkmak zorunda kaldık. Ancak bu sefer nasıl olduysa girdiğimiz kapıdan değil de farklı bir kapıdan dışarı çıktık ve kendimizi bir anda Ortaçağ’ın kucağında bulduk. Eski bir kalenin dehlizlerinde dolaşırken taşın sesine, suyun raksına kulak verdik. Kale gibi kavi bir dağın eteğinde taş binalarla ve bu taş binaları yumuşatan, kontürleyen çiçeklerle tipik bir Ortaçağ şehrini Kotor’un en eski yerleşim yerini hayranlıkla adımladık. 12.yy’dan kalma Sveta Marija Kilisesi, 8. yy’dan kalan saat kulesi, 13. yy’da inşa edilmiş Gospe od Zdravlja ve yine aynı yüzyıldan kalan Sveti Tripun Katedrali, 19. y.y.’dan kalma Napeleon Tiyatrosu ile otantik zamanın tüm birimlerinin yer aldığı bu yerleşim yerinde;  oldukça yüksek taş binaların arasına turistik mekanlar da bolca serpiştirilmiş, kalabalık insan selinin içinde dinlenebilecek, nefeslenecek yerler es geçilmemiş.

KOTOR’U GÖRMEDEN KARADAĞ’I GÖRDÜM DİYEMEZSİNİZ

Farklı yönlerden farklı giriş kapıları olan surlarla çevrili bu alanda kaybolmanız kuvvetle muhtemel. Ancak şu gezi tüyosunu tekrar hatırlatayım “bir şehirde kaybolmadan o şehri tam gezmiş olmazsınız”. Tarihi 2500 yıl geriye uzanan bu mekanı terk ederken; ana giriş kapısında Tito’nun şu sözü hafızalarımıza yerleşiyor: “Başkasının olana el uzatmayız, bizim olanı da kimseye vermeyiz”. Kotor’u gezmek için daha fazla zaman ayrılması gereken bir kent olarak bir sonraki geziler için notumuzu aldık. Kotor’u görmeden Karadağ’ı gördüm diyemezsiniz. Çok istediğim halde 450 basamakla çıkılan kaleye zaman yetersizliğinden tırmanamadım, Tara nehrinde raftingi ve dünyanın ikinci büyük kanyonunu görme fırsatını bulamadım. İnşallah bir daha ki sefere diyerek Kotor gezimizi tamamlayarak otele döndük.

NİLÜFERLERLE DANS “SKADAR”

Skadar Gölü Milli Parkı, Karadağ’ın en çok turist çeken sayılı yerlerinden biridir. Üçte ikisi Karadağ’ın, üçte biri de Arnavutluk’un olan bu göl, doğal güzelliğiyle, şarap üretimi yapan otantik köyleriyle, yüzmeye ve balıkçılığa elverişli ortamıyla, tekne turlarıyla turistleri buluşturduğu kuş-izleme etkinliğiyle ya da Karadağ’ın Alcatraz’ı olarak meşhur, yıkık, metruk ada-zindanıyla pek çok açıdan ziyaretçiler için cazibe merkezi olmuş durumdadır. Doğal güzelliğiyle gözünü, gönlünü, ruhunu dinlendirmek isteyenlere son derece büyüleyici bir ortam sağlayan Skadar Gölü’ne giriş noktalarından biri olan Virpazar’a doğru yola koyulduk. Navigasyonla elimizle koymuş gibi kolayca bulduk. Virpazar’a hemzemin bir geçittten küçük daracık bir köprüden girilmesi sizi yanıltmasın.  Biz az daha burası bir otel girişi deyip yola devam edecektik. Neyse ki bu daracık köprünün yanıltıcı görüntüsüne kanmadan içeri dalıverdik. Gerçekten de bu tam anlamıyla bir dalış idi! Yeşilin, ağaçların, kuşların arasına gölün koynuna dalış!

ÜÇ KÖPRÜNÜN ÜZERİNE KURULAN KASABA

Üç köprü üzerine kurulu kasaba olarak anılan Virpazar, Skadar Gölü kıyısında, Crmnica bölgesine konuşlanmış, Bar’a bağlı şirin bir kasabadır. Kasabanın tarihi 13. yy.’a dayanır. Hali hazırda Skadar Gölü’ne, Milli Park’a ev sahipliği yapan bu kasaba, gelen turistlere yeşilliklerin ve gölün harika manzarası altında harikulade bir  dinlenme ortamı sunuyor, göle açılan kayık ve teknelerle daha deruni bir temaşa yakalamanıza yardımcı oluyor. Rüzgarın sesinden, kuşların şakımasından, yaprakların ve suyun hafif hafif titreyişinden başka sizi rahatsız edecek ne bir ses, gürültü ne de bir hareketlilik göze çarpıyor. Toprağın asıl rengini gizleyecek kadar sık dokulu yeşilliklerden ve nilüfer çiçekleriyle bezeli Skadar Gölü’nün serin sularından başka bir şey göze çarpmıyor.. Tekne turuna çıkmadan önce bu küçücük kasabayı şöyle bir dolaştık. Bizdeki köy kahvelerini andıran tarzda yeme içme mekanı olarak düzenlenmiş bir kaç kafe, bu büyülü ortamda büyüleyici manzaranın, el değmemiş doğanın o huzurlu ve nefes kesici tadını gece gündüz çıkarmak isteyenler için konaklama imkanı sunan bir kaç otel, bir anıt, tepede bir şapel ziyaretçilerini sabırla bekliyor. Ortamın aurasına kendimizi kaptırıp, devasa bir meşe ağacının altında huzura daldık, bu bakir güzellikleri iliklerimize kadar çekip, depoladık ve tekne turuna çıktık. Tekne turunda iki ya da bir saatlik iki obsiyon sunuluyor. Biz iki saati fazla bularak bir saatlik turu tercih ettik. Bir saatlik turu tercih edince gezilecek iki yerden sadece birini seçmek zorunda kalacağımızı sonradan öğrendik. Ya Karadağ’ın Alcatraz’ı olarak bilinen ada-zindana güneye gidecektik ya da kuş izlemeye kuzeye. Neden bilmem Alcatras / ada-zindan daha ilginç gözüktü gözüme ve güney turunu seçtik. İki saatlik turda her ikisini de gezme imkanı mevcutmuş. Karadağ’ın Alcatraz’ı olarak anılan ada-zindanı şöyle uzaktan görüp etrafında dönerek göldeki tekne turumuza devam ettik. Ada denilince içinde gezip dolaşabileceğimiz bir ada sanmıştık, yanılmışız. Bizdeki hayali sükutu gören rehberimiz Christine sanki gönlümüzü almak, bizi avutmak için neden bu adaya girilmediğinin sebebini açıklar nitelikte, bu adanın, bu metruk zindanın her yerinde yılanlar olduğunu bu yüzden bu adaya “Snakes’ Island” Yılanlar Adası da dendiğini anlattı. Nilüfer çiçekleriyle bezenmiş, yeşil yamaçlarla çevrelenmiş her ne açıdan baksanız harikulade olan bu gölde gezinirken olumsuzluklara papuç bırakacak halimiz yoktu. Christine ile uzun uzun konuştuk, anlaşılır İngilizcesiyle, samimi içten sohbetiyle bizden biri gibiydi ve bize Karadağ’da gezilecek yerlerle ilgili önemli tüyolar verdi. Virpazar’dan sonra başkent Podgorica’ya gidecektik. Christine, Podgorica’da modern binalardan, bir kaç alışveriş merkezinden başka bir şey bulamayacaksınız deyince onun tavsiyesine uyarak Podgorica yerine eski başkent Çetinje’ye gitmeye karar verdik. Biraz kilolu olan Christine aradığı tarzda kıyafetleri bir Türk firması olan LCW’de bulduğunu, alışveriş için Schoder’e LCW Store’a gittiğini, en kısa zamanda Türkiye’ye gelmek istediğini söyledi. Biz de Türkiye gezisi için ipuçları vererek sohbetimizi ve tekne turumuzu sonlandırdık. (tekne turu 2 kişi10 Euro, ilave olarak Milli Park’a giriş için de 3’er Euro). Çocuklar bu geziye katılmadılar ah ne çok şey kaçırdıklarını bir bilseler! Eh ne yapalım biz de teklif var ısrar yok..

BİR RUS ROMANI’NDAN FIRLAMIŞ GİBİ ÇETİNJE

Virpazar’a daldığımız aynı noktadan, hemzemin geçitten geçerek Çetinje’ye doğru yola koyulduk. Navigasyona Podgorica değil de Çetinje yazdığımız için navigasyonun çizdiği güzergah, daha kısa ama tali yollara mecbur etti bizi. Karadağ’da sahil şeridinde onlarca km yol aldık ama dağların zümrüd yeşilinden başka yeşil alan, ekili dikili alan görmedik. Bu ülke ne yer ne içer derken saptığımız tali yol, bize bu sorunun cevabını tüm bereketiyle verdi. Çetinje’ye doğru yola çıktığımız Virpazar’dan, adını bilmediğimiz o dağa tırmanıncaya dek katettiğimiz yol, bağlık, bahçelik, ekili-dikili tarım arazilerinden görülmüyordu. Eh tarımı da varmış bu ülkenin diye düşünürken bu sefer de yollarda ne büyük ne de küçükbaş hiç hayvan görmediğimizin ayırımına vardık. Belki onlarda bizim gidip görmediğimiz daha iç kısımlarda otluyordur, kim bilir? Çetinje, 19 bin gibi az nüfusuyla küçük bir Karadağ şehridir. Eski başkentlik döneminden kalma büyük elçilik binaları şu an ya kafe/restoran ya da sanat galerisi olarak kullanılmaktadır. Bir kültür şehri olarak düşünülen Çetinje’de görülecek yerler arasında  Kral Nikola’nın Evi, müzeler, Ortodoks Çetinje Manastırı sayılabilir. Merkezdeki düzgün, planlı, geniş şehir sokakları, merkezden uzaklaştıkça ise koca taş binalarıyla ve devasa bahçeleriyle bir Rus romanından fırlayıp gelmiş gibi duran evler, esrarengiz bir görüntü çiziyor şehrin kıyısına.Yine tam bir huzur iklimine gark olmuş bu eski ve şirin kasaba,  doğanın doğal olanın sesinden başka rahatsız edecek ne bir sese ne de bir görüntüye sahip. Sırpların çoğunlukta olduğu bu kasabada tarihle, doğayla şöyle bir demlenip yola koyulduk, Ulcinj’e döndük.  Bana Karadağ deseler: Kotor derim, Kotor Kalesi’nden Kotor fiyordunu seyretmek derim, Tara nehrinde rafting ve kanyon derim, Skadar Gölünde huzura yolculuk derim, Ulcinj’de memleketimdeymiş gibi beş vakit ezan dinlemek derim. Stari Bar’da eskinin izlerini sürmek ya da Bar limanında çiçek rayihalarıyla sarhoş olmak derim. Dahası? Dahasını zaten dedim.

Hoşçagezin…

 

SON…

 

 

 

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.