SON DAKİKA
Hava Durumu

Hakikatin peşinde

Hayatını sorgulamanın, hakikatinin peşine düşmenin bedeli meğer ne kadar da ağırmış… Betül GÜLEÇ

Haber Giriş Tarihi: 16.12.2015 15:27
Haber Güncellenme Tarihi: 16.12.2015 16:27
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Hakikatin peşinde
Hayatını sorgulamanın, hakikatinin peşine düşmenin bedeli meğer ne kadar da ağırmış… Betül GÜLEÇ
2 BETÜL (5)

 

Kendimi bilmeye başladığım 3-4 yaşlarındaki günlerimden aklımda kalan babamın ben ve abime saatlerce  Jules Verne’nin kitaplarını  okuyup Mozart, Handel, Beethoven, Chopin ve pek çoklarını dinleterek almamızı beklediği zorunlu tattı.. Anlamıyordum; koşmak, bebeklerle oynamak ve çevremde herkesin siyah beyaz da olsa  sahip olduğu televizyona sahip olmayı  arzuluyordum... Oysa ona sahip olabilmek için ortaokul çağına gelmiş olmayı bekleyeceğimi  bilmiyordum...  Komşuda kaçamak izlediğim çizgi filmlerin mutluluğu ne de büyüktü ! Kendisini  ailesine adamış bir annem vardı;  her zaman çocukları , kocası ve aile büyükleri arasında dengeyi kurmaya çalışan.. Bazen kaldıramadığını hissediyordum, bu halinden kendisine pay devşiren de ben ve abim oluyorduk…

Babamın babası olan dedem asker emeklisiydi, aile içinde herkes ona ‘’Siz’’ diye hitap ederdi.  Elinde gazetesi  ya da bir kitabı, kafasının izini almış duvara yaslanarak kurulduğu koltuktaki hali, içimi burkarak ve hiç çaba sarfetmeksizin gözlerimin önünde sık sık belirir. Onu kızdırdığımız zamanlarda bile edebi kişiliğini ifşa eden cümleleri tek tek aklıma gelir, değişmeyen tek şey onlara o gün de gülerdim, hatırıma geldikçe de gülümserim…

Hayatını öğrenmeye adamış, insanlara faydalı olabilecek her şeyini büyük bir memnuniyetle onların hizmetine açan, torunlarına sevgisini hep hissettiren dedemin, hiç ders çalışmama gerek bırakmadan tarih, coğrafya, edebiyat konularını o sakin sesiyle zevkle anlatışını hatırlıyorum.. Nasıl biliyordu, nasıl aklında tutuyordu bunca şeyi diye düşünmem  ve böyle bir dedeye sahip olmakla ilgili gururlanmam çok yıllar sonra idrakime ulaştı.

2 BETÜL (1)

 
“DÜNYAYA KİTAPLARDA RASTLAMIŞTIM BEN”
Dedem ve babam hayatımın hep baş kahramanları oldular... Abim ve benim hep en iyi olduğumla ilgili övgü dolu konuşmaları, benim onların gözünde değer kazanma çabamı arttırıyordu. Sürekli okuyordum, okudukça onların daha çok hoşuna giderim diyordum, hoşa gitmek istiyordum. Satranç öğreniyordum, babamın en büyük tutkularındandı ve babam tarafından onaylanmamı sağlayacaktı. Anlaşılmaz sözler söylemek, kitaplardan içime sızdığına inandığım o kültürü her fırsatta afişe etmek istiyordum. Orta halli bir aileydik ama bizim zenginliğimiz kitaplarımızdı diye inanıyordum. Evde edebiyat, müzik, sanat en çok konuşulan konulardı ve bu konular konuşulurken kendimi tüm o bilgilere haiz, özellikli biri sanıyordum... Dünyaya kitaplarda rastlamıştım ben...

 

2 BETÜL (7)

 
HİÇ SEVMEDİM OKUDUĞUM BÖLÜMÜ FAKAT…
Babamın iyi üniversitelerden mezun olmasına rağmen hiçbirşey bilmeyen insanlara dair tecrübelerini dinliyorduk sık sık... ‘’Babam üniversite son sınıfa kadar geldi, bitirmedi ama hepsinden daha iyi’’ diye düşünüyordum, muhtemelen bu hikayeler de anneme ve bize, bir yanıyla bu düşünceyi desteklemek için anlatılıyordu ..Okul önemli değildi, bilmenin erdemi okul vasıtasıyla elde edilmiyordu... Dostoyevskiler, Çehovlar, Goethe’ler, Mozartlar, Hacı Arif beyler, Dede Efendiler vardı benim hayatımda.. Çalışmaya gerek var mıydı üniversite sınavına... Neyse... Uludağ üniversitesi ekonometri bölümündeydim... Hiç sevmedim bölümümü, oysa lise mezunu olarak kalmayı ya da tekrar sınava girmeyi göze alamazdım.

2 BETÜL (6)

 
SPAGETTİ VE GONDOLLAR ÜLKESİNE GÖNÜL YOLCULUĞU
Üniversite son sınıfta tanıştığım bir İtalyan ve bir yıl sonrasında gelen evlilikle hayatım 22 yaş sonrası İtalya’ya taşındı... Aileden uzak, kendi dünyasından dışarı çıkmamış birinin yeni bir hayatla yüzleşmesi esnasındaki sıkıntılardan kaçış beni tekrar okumaya itti. Kitaplara sığındım...  İtalyanca öğrendim, Venedik belediyesinde iş buldum,yabancıların İtalya’ya entegrasyonu projesinde çalışıyordum, yemek yapmayı, bulaşık yıkamayı öğrendim, yeni arkadaşlarım ve akrabalarım oldu... Yeni adetler, yeni bakışlarla hemhal oldum... Kazandığım paralarla Avrupa’yı gezdim, Viyana’da klasik müzik konserlerine gitmek, Salzburg’ta Mozart ziyareti, Prag’ta Kafka’yı aramak, Almanya’da Goethe ile karşılaşmak, Paris’te Balzac ve Sartre’ın izlerini sürmek, Danimarka’da Kierkegard ile buluşmak, Amerika'da Ernest Hemingway hayaliyle dolaşmak, Hollanda'da Rembrant'ın vatanında olmak, oyun ve sonelerini duyarak büyüdüğüm Shakespeare'in kokusunu İngiltere'de solumak ne de heyecan vericiydi…

 

2 BETÜL (3)
“YA SEVDİKLERİMİ BİR DAHA GÖREMEZSEM” KAYGISI
Ve Türkiye’den ölüm haberleri gelmeye başladı... Teyzem, dayım, anneannem, amcam, babaannem ve dedem.. Kısa süre aralarla hepsi bilmediğim bir yere gidiyorlardı.. Ve işte başlamıştım anlamsızca sormaya... ‘’Allahım ben ne yapıyorum ? Ne işim var burada? Onları ne kadar süre görmeyeceğim ? Hiç mi yoksa? Eee ama ne zaman geleceksin dedi bana birkaç gün önce dedem... şimdi... şimdi nerede? Aklım almıyor !!! Gitmeliyim burdan, dönmeliyim ülkeme, bir an önce !!’’ Duygularım kabarıyor ve ben nefes alamıyordum…

Aylar geçince anladım  ölümü, okuduğum bir yazıda insanların ölmediği ‘’vefat ettiği’’ anlatılıyordu, vefat ‘’vefa’’ dan geliyormuş, yani biz ahde vefa ediyoruz , verdiğimiz sözü tutup Allaha dönüyoruz...

O gün sözümü sevdiğim tüm insanlardan önce tutmayı dileme bencilliğini gösterdim…

Türkiye’ye İtalya’daki 5 yılımın sonunda  döndüm, başka bir bakışım vardı artık ya da her şey çok değişmişti… Boşanmanın ardından Türkiye’de  işe girip anlam veremediğim bir mücadalenin içinde bulmuştum kendimi. Bir gün ‘’yapamıycam’’ deyip sırtımda çantam Yunanistan’a taşındım. Atina’ya gittim, ardından iş bulup Girit’e yerleştim, Yunan tarihi ve mitolojisi çalıştım, İtalyanlara tur rehberliği yapmaya başladım. Hayat bir eğlence modunda geçiyordu, yüzüyor, geziyor, yeni insanlarla tanışıyor, eğleniyor, değişik yemekler tadıyor ve Yunanca kurslarına gidiyordum.  Tolstoy’un İtiraflarım romanında çok başarılı bir yazar olmak isteyen başkahramanı okuyordum, gerçekten çok başarılı bir yazar oluyordu, çok paralar kazanıyor, güzel bir kadınla evleniyor ve güzel çocukları oluyordu. İyi ve elit bir çevrede yerini alıyordu. Bir gün kendine ‘’insanı varoluşa getiren şeyin sebebi nedir? ‘’ diye soruyordu, ardından uykusuz geceleri, anlam arayışları başlıyordu. Tüm o sorgulamalar sanki belleğimde bir yerlerde duran düşüncelerin tezahürü gibi, bir bir önüme dizildi. Ve ben, beni hakikatimden uzaklaştırdığına inandığım işimi bırakıp Türkiye’ye ailemin yanına döndüm.

 

2 BETÜL (2)
SAMİMİYETSİZ NEZAKETLER İÇİNDE KENDİ HAKİKATİMİ MUHAFAZA ETMEK İSTİYORDUM
Hiç param yoktu, babam emekli olmuştu, abim askerdeydi ve kız kardeşim Eskişehir’de okuyordu.. Kimseye yük olamazdım. Bir iş buldum, otomotiv sektöründe, İtalyan bir firmanın Bursa’daki sorumlusu olacaktım, hiç anlamıyordum ama samimiyetle anlamaya çalışıyordum, para kazanmak zorundaydım ve alternatifim yoktu. Radyatör, hava klape çubuğu, evaporatör girdi hayatıma.. İtalyancalarıyla hem de... Saatler süren ve ego show haline dönüşen görüşmelere katılıyordum. Parça ile ilgili probleme ilişkin toplantıya giriyor,  güç gösterilerinin havada uçuştuğu, alt üst ilişkisindeki samimiyetsiz nezaketler içinde kendi hakikatimi muhazafa etmek istiyordum. Hiyerarşi gözeterek nezaketimi ve saygımı belirlemek, benim hakikatime uygun olmazdı ama aksi tavır da beni inciten eleştirilere maruz kalmama sebep oluyordu. Bir oyun vardı ve ben onu kurallarına göre oynamak zorundaydım. Ben de egomu gezdiriyordum her yerde. Şizofrenik bir hal içinde yolumu arıyordum... ‘’ona’’ ulaşma yolu neden dünyadan geçmek zorundaydı ki... Socrates’in dediğini anlıyordum ‘’Bu dünyanın nimetleri bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayabilir ama hırslarını değil’’
MUTLULUĞA LAYIK OLMAYA TALİBİM
Babamın beni hayatın gerçekliğinden ne kadar uzakta tuttuğunu gittikçe daha ağır bir şekilde tecrübe ediyordum. Arkadaşlarımla ortak bir müzik zevkim bile yoktu. Okuduğun üniversite, sahip olduğun etiket çok önemliydi... Aldatılmış hissediyordum kendimi... İşte o sırada Nurettin Topçu, Ali Şeriati, İbni Arabi girdi hayatıma… Divan şiirinin derinliği ve güzelliği ile neşelendim. Duygularım başka bir sihir kazanıyordu sanki... Mutlu değildim ama huzurluydum. Bir gün ‘İslam felsefesinde ahlak’ diye bir kitapta kendinize sormanız gereken soru ‘’Nasıl mutlu olabilirim? ‘’ değil,  ‘’Mutluluğa nasıl layık olabilirim? ‘’ sorusu olmalı diyordu... Bu cümle beni çarptı adeta o an... Nasıl mutlu olurum sorusunun cevabı daha iyi bir araba alırım, kariyerimde başarı olurum vs olabilir ama mutluluğa nasıl layık olabilirim sorusunun cevabı daha çok yardım ederek, daha iyi bir insan olarak vs olabilir ancak... Ve mutluluğa layık insan için de mutluluk garantisi yoktur... Ben ‘’mutluluğa layık olmaya’’ talibim dedim kendime, bedeli ne olursa olsun...
BİLME ARZUSUNU TÜM IZDIRABINA RAĞMEN KUCAKLAMAK İSTİYORDUM
Zahirim ve batınım arasında sıkışıyordum yine de... Hayatın benden kaçan ne çok anlamı olduğunu fark ediyordum bir taraftan… Kişinin varoluşuyla beraber gündemine oturan varlığının anlamını arama ve bilme arzusunu tüm ızdırabına rağmen kucaklamak istiyordum. Ona sunulan dünyada kendine yer bulmaya çalışırken her kavramı zihninde yeniden şekillendiren ergenlikteki bir çocuğun sarsılmalarını her daim yaşar gibiydim. İçimde ve dışımda akan dünyanın örtüşmezliğinin yarattığı hale mahkum bir şekilde yolumu arıyordum. Dış hayatın gürültüsünün içeride yarattığı zulmün tedavisi olmayan bir hastalık gibi günden güne beni bitirmesine izin veremezdim; en azından kıyısından, ucundan anlamalıydım... Niçin burada olduğumu , olup biteni, kendimi, hakikati… Buna vesile olacak her şeye gönülden taliptim.

Yolculuklara başladım tekrar… Avrupa ve Amerika ilgimi çekmiyordu artık... İlk durağım Etiyopya'ydı...
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.