SON DAKİKA
Hava Durumu

Her Firavun'un karşısında bir Musa vardır...

Yoldaşımın sesiyle kendime geliyorum. Yeniden gerçeklerle yüzleşme vakti. Toparlanıp yola çıkmalıyız. Zaman aleyhimize işliyor. Karanlık çökmeden

Haber Giriş Tarihi: 28.10.2013 13:46
Haber Güncellenme Tarihi: 28.10.2013 14:46
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Yoldaşımın sesiyle kendime geliyorum. Yeniden gerçeklerle yüzleşme vakti. Toparlanıp yola çıkmalıyız. Zaman aleyhimize işliyor. Karanlık çökmeden Kahire’ye ulaşmalı oradan sınıra hareket etmeliyiz. Başkente yaklaşık 500 km uzaklıktayız. Mısır şartlarında bu mesafeyi ancak on saatte katedebileceğimizi düşünüyoruz. Nitekim bozuk bir asfaltta ilerleyeceğimizi tahmin ediyoruz.

Kahire’den geçme fikri beni fazlasıyla ürpertiyor. Korkularımın nedenini sorguluyorum ama bir türlü bulamıyorum. İhtimalleri sıralıyorum zihnimde bir bir: Acaba sonu ölüme bile varabilecek bir yolculuğu sürdürmeye çalışmak mı beni kaygılandıran; yoksa sorumluluklarımı elimin tersiyle itip tuhaf ve anlamsız bir maceraya atılmış olmak mı? Galiba geride bıraktıklarımı...

Mısır’dayız. Adaletin rafa kaldırıldığı, insanların Hak’tan ve haklıdan uzaklaştırılmaya çalışıldığı; zulüm, cebir ve şiddetin sıradanlaştığı kanlı bir coğrafyadayız. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin, Rabbin yasasını yok sayıp, beşeri sistemlerin zorbalığını ihdas edenlerin sultasındayız. Kana susamış İmparatorların Firavunları bile ürpertecek cinayetlere imza attıkları bir mazlumlar diyarındayız. Neyse ki Allah’ın vaadi mutlak ve yakındır ve Yaradan sabredenlerin yanındadır:

“فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ”

“O hâlde sabret! Muhakkak ki Allâh'ın vaadi Hak'tır! Kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler.” (Rum 60). Elbette ki tahammül direnmektir; Firavunlar’ın azgınlığına Musa’nın asasıyla karşı koymaktır. Hüküm sahibinin hükmünü yürütmek, uzletten kaçıp, etkinliğe kanat açmaktır.

Araçların yaydığı gürültü beni hayallerimden uzaklaştırıyor. Telefonu elime alıp saate bakıyorum: 08.30... Heyecanlıyım. Zira bugün Kahire’den geçeceğiz. Birden Süveyş’de yaşadıklarımız geliyor hatırıma: Allahım! Senin rahmet ve mağfiretin bizi bela ve musibetlerden uzak tutacak kadar geniştir. Bize merhametinle muamele buyur. Gazabından bizi emin kıl. Bizleri bir daha böylesi külli ve büyük felaketlerle imtihan etme. Acizlikten, üzüntüden, tasa ve kederden, korkaklıktan, başımıza gelenlerden dolayı zalimlerin sevinmesinden, cehennem ateşinden Sana sığınırız. Bizleri kötülüklerin ve kötülerin şerrinden emin eyle.

Kahire’den geçme fikri beni fazlasıyla ürpertiyor. Korkularımın nedenini sorguluyorum ama bir türlü bulamıyorum. İhtimalleri sıralıyorum zihnimde bir bir: Acaba sonu ölüme bile varabilecek bir yolculuğu sürdürmeye çalışmak mı beni kaygılandıran; yoksa sorumluluklarımı elimin tersiyle itip tuhaf ve anlamsız bir maceraya atılmış olmak mı? Galiba geride bıraktıklarımı: Ailemi, sevdiklerimi, tüm dostlarımı kaybetme endişesi diye düşünüyorum sonra...Ne var ki bir türlü neticeye ulaşamıyorum. Adeta boğulacak gibiyim. Kafam kamaşıyor sanki. Çıkmaz bir sokakta gibiyim, yürüyor yürüyor bir türlü hedefe varamıyorum. Balkona çıksam iyi olacak, çıkıyorum. Nil’in eşsiz manzarası beni selamlıyor. Rüzgârın nehirden taşıdığı temiz havayı ciğerlerime çekiyorum. Gözüm otelin bahçesine ilişiyor. Palmiyelerin süslediği, çimle tezyin edilmiş bahçede yan yana dizilmiş bomboş masalara bakıyorum. Kentin silüeti bir hayli etkileyici. Etraf tertemiz. Güneş karşı kıyıdaki binalara vuruyor, camlar adeta ayna vazifesi görüyor. Böylesine bir manzara karşısında iç geçirmemek, hayallere dalmamak elde değil.

Yoldaşımın sesiyle kendime geliyorum. Yeniden gerçeklerle yüzleşme vakti. Toparlanıp yola çıkmalıyız. Zaman aleyhimize işliyor. Karanlık çökmeden Kahire’ye ulaşmalı oradan sınıra hareket etmeliyiz. Başkente yaklaşık 500 km uzaklıktayız. Mısır şartlarında bu mesafeyi ancak on saatte katedebileceğimizi düşünüyoruz. Nitekim bozuk bir asfaltta ilerleyeceğimizi tahmin ediyoruz. Diğer taraftan kuzeye doğru yol aldıkça polis ve asker denetiminin sıklaşacağı kanaatindeyiz.

Hazırlıklarımızı tamamlıyor ve saat 10.00 sularında yola çıkıyoruz. İki gündür gerçekleştiremediğimiz hedefimize bakalım bugün ulaşabilecek miyiz? Gece bile olsa yolculuğa devam etmeli ve mutlaka sınıra varmalıyız. Zira vakit kaybetmeye tahammülümüz yok. Aksi takdirde planlarımız altüst olacak ve İspanya’ya kadar sürdürmeyi düşündüğümüz yolculuğu yarıda keserek seyahatimize Cezayir yahut Fas’da son vermek zorunda kalacağız. Tıpkı tahmin ettiğimiz gibi oldukça bozuk bir asfalt üzerinde ilerliyoruz. Luksor-Sohag arasında olduğu gibi yerleşim çok sık. Sağımızda Nil’den taşan azgın suların biriktiği sulama amaçlı kullanılan bir kanal var. Solumuzda ise nehrin kendisi bize eşlik ediyor. Kanalın hemen yanı başındaki meskun mahallere ulaşabilmek için asfalt ile kanal arasına neredeyse her beşyüz metrede bir köprüler kurulmuş. İnsanlar adeta karınca gibi oradan oraya hareket ediyor ve araçla ilerlemek neredeyse imkânsız hale geliyor. Traktör, at ve eşek arabaları da cabası. Tam bir köy ve çiftlik hayatına şahit oluyoruz. Dolayısıyla da araçla seyrederken çok dikkatli ve yavaş yol almak zorunda kalıyoruz. Ancak daha kötüsü de var. İnsanları kanal üzerinden yerleşim birimlerine taşıyan neredeyse her köprünün paraleline hız kesici tümsekler yapılmış. İlerlemek çok zor. Hızlanıp bir müddet yol aldıktan sonra karşınıza çıkan kasis sizi çaresiz bırakıyor, süratinizi azaltıyor ve yavaşlamak mecburiyetinde kalıyorsunuz. Üstelik tümsekle karşılaşacağınıza dair bir işaret de yok. Ancak köprüleri fark ederseniz yeni bir kasisin üzerinden geçeceğinizi anlıyorsunuz.

Koç’un Fendi Mısırlı’yı Yendi

Böylesine zor koşullar altında yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuğun ardından Sohag’a 100 km. mesafedeki Asyut’a ulaşıyoruz. Mola vermeyeceğiz. Yola devam etmeliyiz. Gerçi bu şartlar altında hava kararmadan Kahire’ye ulaşmamız bir hayli güç. Ama her ne olursa olsun beklemek işimize gelmiyor. Bir sorunumuz daha var ki o daha büyük. Benzin bulamama riski devam ediyor. Dün güçlükle tedarik ettiğimiz yakıt bittiğinde ne yaparız, doğrusu bilmiyoruz. Yol boyunca Tofaş marka otomobillerle karşılaşmak bizi fazlasıyla şaşırtıyor. Sayıları onları hatta yüzleri bulan Şahin ve Doğanlar birbiri ardınca yanımızdan gelip geçiyor. Türkiye’nin derebeylerinden Koç Holding’in Mısır piyasasında bu denli etkin olması bize tuhaf geliyor. Ne var ki yolculuk sonrasında yaptığım kısa bir araştırma neticesinde, Mübarek döneminde gerçekleştirilen ikili anlaşmalarla, 1991 ile 2009 yılları arasında kuş serisi otomobillerin montajının Mısır’da yapıldığını öğreniyorum. Bununla birlikte ülkede Şahin genellikle taksi olarak; Doğan ise özel kullanım için tercih ediliyor.Öte yandan Mısır ordusu dahil birçok kamu kurum ve kuruluşunda Tofaş amblemli otomobillerin makam aracı olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyorum. Sonraları satışlardaki azalma nedeniyle 2009 yılında bu araçların Mısır’daki montajına son verilmiş. Fakat her iki markanın da ikinci eli ülkede hâlâ değerli. Nitekim Mısır montajlı 2005 model bir Doğan, araba pazarlarında 40000 paunda yani yaklaşık 10000 Türk lirasına rahatlıkla bulunabiliyor. Mısırlı taksicilerin   gön     lünde taht kuran Şa    hin’in ülkede   ki takma adı ‘Saruh’ yani ‘Füze’...Öte yandan taksiciler Şahin’i pratik, parçası ucuz ve dayanıklı olduğu için tercih ettiklerini söylüyorlar.

Bu arada benzinimiz hızla azalıyor. İbre yarıya kadar düştü. Depomuzu doldurmadan Kahire’ye ulaşmamız pek mümkün görünmüyor. Zira önümüzde daha 400 kilometrelik bir mesafe var. Bir müddet daha ilerledikten sonra yol kenarında benzin bidonlarına rastlıyoruz. Galiba karaborsadan da olsa yine benzin bulduk diye düşünüyorum. Arabayı durdurur durdurmaz bidonların sahipleri yanımıza yanaşıyor. Tahminlerimiz doğru çıkıyor. Hatta dünkü alışverişimize göre daha şanslı olduğumuzu söyleyebilirim. Nitekim burada 92 oktan benzin bulabiliyoruz. Ayrıca daha güvenli ve emin bir ortamdayız. İçinde bulunduğumuz koşullar göz önüne alındığında petrol bizim için altından bile daha kıymetli. Başkentte yakıt bulma ihtimalimiz var ama riske girmemeliyiz. Normal koşullarda yaklaşık 120 paunda satın alacağımız 50 litrelik benzine 380 paund ödüyoruz. Nedense bu sefer daha masumane bir tuzağın pençesine takılmışız hissine kapılıyorum. Muhtemeldir ki muhataplarımızın konum ve durumu beni böylesine düşüncelere sevk ediyor.

Çekirge Bir Sıçrar, İki Sıçrar...

Kahramanlarımız beş kişi: Dede, büyükanne, baba, anne ve çocuk... Bir de kedimiz var. Alışveriş oldukça sıcak ve samimi bir ortamda gerçekleşiyor. Ancak Ramazan olması sebebiyle her türlü ikramdan mahrum kalıyoruz. Ev sahiplerimiz oldukça güleç kimseler. Türkiyeli ve Müslüman olmamız onları heyecanlandırıp, sevindiriyor. Bölgede çok sayıda Hıristiyan köyü ve kilise var. Yaşadığımız tüm olumsuzluklara rağmen bir Müslüman köyünde bulunmak bizi rahatlatıyor. Nil kıyısında, nehirden yaklaşık 10 metre yukarıdayız. Bulunduğumuz yer bir avlu yahut balkonu andırıyor. Ağaçlar bu mekânın üzerini örtmüş. Ciddi bir esinti var. Gölge ve rüzgâr ortamı serin kılıyor. İşimizi bitiriyoruz. Münasebetimiz sırasında dikkatimi en çok evin hanımının sahip olduğu özgüven çekiyor. Kadın öylesine rahat ve otoriter bir görünüm arz ediyor ki evin reisinin O olduğu kanaatine varıyoruz. Baba hatta dedenin bile neredeyse hiç hükmü geçmiyor. Alışveriş müddetince diyalogların tamamında yegâne aktör O. Ellerinde ne miktarda benzin olduğu, satış bedelinin ne olacağı ve rotamız üzerinde benzin bulup bulamayacağımız gibi hususların tamamında onunla iletişim kurmak zorunda kalıyoruz. Bu, çok alışık olduğumuz bir durum değil. Başlangıçta zorlanıyor ama kısa bir süre sonra bu hususa alışıyoruz. Her şeye rağmen şahit olduklarımız bizi şaşırtıyor.

Benzin bedelini kurnaz ve dinamik hanımefendiye ödedikten sonra evin en küçük ferdine 10 paund harçlık veriyor ve tekrar yola koyuluyoruz. Bozuk ve engebeli asfaltta ilerlemekteyiz. Kahire’ye 330 km. kala nihayet bir duble yola ulaşıyoruz. Mısır’da alışık olduğumuz şekliyle 2 paund ödeyip otobana giriyoruz. Kuzeybatı’ya doğru ilerliyor ve Nil’den uzaklaşıyoruz. Hatırıma iki gündür arama için durdurulmadığımız geliyor. Hatta çoğu kontrol noktasında polis veya askere bile rastlamadık. Bu, hayra alamet bir durum değil. Kuzeye doğru ilerledikçe gerginlik ve direnişin artmasına bağlı olarak denetimlerin sıklaşacağı ön kabulüne sahibiz. Kısa bir süre sonra yanılmadığımızı anlıyoruz. Halihazırda başkente 175 km. mesafedeyiz ve kontroller başlıyor. Anlaşıldı bundan sonra bizim için heyecan ve endişenin üst düzeye tırmanacağı anları yaşamaya yeniden başlayacağız. Rabbim bizleri fitneden, fesaddan ve zalimlerin zulmünden korusun. Yavaşlıyoruz. Askerlerin manasız, şaşkın ve bir o kadar da tehditkâr bakışlarına aldırış etmemeye çalışarak kontrol noktasına ulaşıyoruz. Neyse ki durdurulmuyoruz. Hedefte nedense kamyon ve tırlar var. Pek çok ağır tonajlı araç yol kenarında ardarda sıralanmış. Çekirge birinci sıçrayışını yaptı diye düşünüyorum. Umarım bu sıçrayışlar hevalarını ilah edinen müstekbirlerin tuzaklarından bizi korur. Onların kurduğu ağlara takılmaktan Allah’a sığınırız. Duble yolda ilerlemeye devam ediyoruz. Mısırlılara göre burası bir otoban, bize göre ise tarladan bir farkı yok. Zira asfalt son derece berbat. Çok sayıda yama ve çatlakla karşılaşıyoruz. Daha da ilginci zaman zaman hız kesici kasislerin varlığına şahit olmak. Üstelik uyarı levhaları son derece yetersiz. Işıklı levha konulmamış olması şoförlerin işini bilhassa da geceleri çok zorlaştırıyor olsa gerek. Çok dikkatli olmak zorundasınız. Nitekim saatte 100 hatta 120 km. hızla yol alırken birdenbire bir tümseğin hışmına uğrayabiliyorsunuz. Sık sık arabayı kenara çekip alt takımı kontrol etmek zorunda kalıyoruz. Allah’tan her seferinde neyse bir kez daha ucuz atlattık deyip yola devam edebiliyoruz. Bu arada bir otobandan çıkıp bir diğerine giriyor ve 2 paund daha ödüyoruz. Ne anlamı var ki şimdi bunun; böylesine bir uygulamaya neden ihtiyaç duyulmuş olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Aslında cevap basit: Bu kesinlikle araç sahiplerinden bir kez daha para almak için yapılmış bir hilekârlık.

Yol üzerinde çok sık aralıklarla ‘U dönüşleri’ bulunmakta. Otobanda ilerliyor olmamıza rağmen böylesine pratik çözümler üretilmesi güzel. Bu konuda Türkiye yahut Suudi Arabistan’da çok zorlanıldığını hatırlayınca uygulama hoşumuza gidiyor. Dikkat çekici bir diğer husus da neredeyse her 50 kilometrede bir karşımıza çıkan ambulans merkezleri. Yolda hiç beklemediğiniz bir anda önünde iki tane ambulansın beklediği bir bina beliriyor. Bu binalarda sağlık hizmeti verilip verilmediğini bilmiyoruz. Ancak muhtemel kazalara anında müdahale edebilmek için alınmış bu tedbir oldukça etkileyici. Hele bir de Mısırlıların trafik kurallarına neredeyse hiç riayet etmedikleri göz önüne alındığında bu uygulamanın önemi daha da artıyor. Bir diğer husus da Mısırlılar için kırmızı ışık kavramının olmaması. Araçların neredeyse hiçbiri kırmızı ışıkta beklemiyor. Maalesef biz de bu kötü huyu edinmek zorunda kalıyoruz. Zira kurallara riayet edilmeyen bir ortamda aksi bir davranış sergilemek çözüm üretmek yerine olayları daha da işin içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Kahire’ye yaklaştıkça heyecanım artıyor, tedirginlik ve korku baş gösteriyor. Öyle ya! Süveyş tecrübesinden sonra 20 milyonluk bu koca metropolde pek çok sıkıntıya göğüs germek zorunda kalabiliriz. İnternet üzerinden ‘Google Maps’e göre hareket ediyoruz. Rotamızı kaybetmemek çok önemli. Kentte her an bir çatışmanın yahut kargaşanın ortasında kalabiliriz. Ayrıca mevcut pasaportlarımız, arabamız ve etnik kimliğimiz göz önüne alındığında muhtemel bir sorgulamanın lehimize neticelenmesi çok güç görünüyor. Ve Kahire girişindeki ilk kontrol noktası. Burası 8-10 tank ve çok sayıda askerle çevrilmiş bir güvenlik bölgesi. Hava kararmak üzere. Askerlerin gözü üzerimizde. Onlara vakur ve kendinden emin bakışlar atıyoruz. Adeta soğuk harp yaşıyoruz. Askerlerle göz gözeyiz. Hani en ufak bir tereddüt göstersek ve tedirginlik yaşasak kapana kısılacağımız kesin. Cesur olmalı, korktuğumuzu hissettirmemeliyiz. Çekirge ikinci sıçrayışını başarıyla gerçekleştiriyor. Durdurulmadan geç işaretini alıyor ve yolumuza devam ediyoruz. Üstelik karanlığa yakalanmak üzereyken sorguya tabi tutulmuyoruz. Dış mahallelere ulaşıyoruz. Kent merkezi ışıl ışıl; harikulade bir manzarayla yaklaşık 10 km. ötemizde bize göz kırpıyor. Ama bu cüretkâr davete kanmaya hiç niyetimiz yok.

Tırmanıştayız. Yolumuz rampa. Yokuş biter bitmez piramitlerle karşılaşıyoruz. Eski Krallık Dönemi'nden Orta Krallık Dönemi’ne kadar Firavunlar’a mezar olarak inşa edilmiş bu devasa yapılara bu denli yaklaşmak beni fazlasıyla heyecanlandırıyor. Bu, bizim için bir fırsat. Anı ölümsüzleştirmeliyiz. Teklif yoldaşımdan geliyor: “Yanlarına gidelim nasıl olsa şehirden uzak bir bölgedeler... Herhalde sıkıntı yaşamayız .” “Evet! Şehir solda; piramitler ise bir hayli sağda. Lâkin hava karardı kararacak. Gitsek de oraya karanlıkta ulaşırız. İşimize yaramaz. Çok vakit kaybederiz” diyerek kendisini cevaplıyorum. Nihayet bir karara varıyoruz: Kente doğru biraz daha ilerleyip güneş dünyadan elini eteğini tam olarak çekmeden piramitleri fotoğraflayacağız. Yol bir hayli işlek, şehir merkezine oldukça yaklaştık. Nihayet hedefimize ulaşmak için uygun bir nokta buluyor ve bol bol çekim yapıyoruz. Ardından ‘U’ yapıp rotamıza geri dönüyoruz.

Eski Kent Merkezinde Yeni Yoksullar

Bulunduğumuz bölgede duvarlarla çevrili, oldukça bakımlı ve temiz siteler mevcut. Belli ki pek çok yerde olduğu gibi Kahire’de de kent merkezi yoksullara terkedilmiş. Varlıklı kimseler daha planlı, düzenli ve trafik yoğunluğundan uzak banliyöleri tercih etmekteler. Metropollerin kaderi bu. Maalesef büyük şehirlerin neredeyse tamamında kentin karakteristik özelliklerini ve tarihi dokusunu yansıtan bir başka değişle kente kent vasfını kazandıran merkez bölgeler büyük bir vefasızlık örneği gösterilerek terk ediliyor. Halbuki doğusundan batısına banliyö hayatı her yerde aynı. Şöyle bir gözümü bağlasalar ve beni farklı kentlerin dış mahallerine bıraksalar, birini diğerinden ayıramayacağım beton yığınlarıyla karşı karşıya kalacağım. Bulunduğum kentin hangisi olduğunu bile anlayamayacağım. Hepsi aynı tarzda dizayn edilmiş büyük bir kısmı estetikten yoksun binaların arasında yolumu bulmaya çalışacağım. Bir şehre kimliğini kazandıran simgeleri değil midir? Bunlardan uzak bunların dışında sürdürülmeye çalışılan bir hayatın bizlere ve insanlığa kazandıracağı ne olabilir? Oldum olası yüksek yaşam standartları sunduğu iddia edilen bu ve benzeri  yapay uydu kentlerden kaçmış ve kendimi tarihi simgelerle tezyin edilmiş ve bugün yoksullara terk edilmiş olan eski kent merkezlerinin kucağına atmışımdır.

Etrafta birçok benzinlik var. Hepsi de çalışır vaziyette. Anlaşılan kentte benzin sıkıntısı yok. Bu durum bizi sevindiriyor. Benzinliklerden bir tanesinde karaborsanın gazabına uğramadan depomuzu fullüyoruz. Hatta pompacının itirazlarına rağmen yedek benzin edinme şansını bile yakalıyoruz. Neymiş efendim, bidonla benzin satışı Mısır yasalarına aykırıymış ve yasakmış. Sana, ülken elden gitmiş, kimin eli kimin cebinde o bile belli değil; kanunsuzluğun bini bir para, her gün sayısız insanın kanına giriliyor, onlarcası şehit ediliyor behey adam sen neyden bahsediyorsun demek var ya neyse...Benzinlikten ayrılıyoruz. Görebildiğimiz kadarıyla Kahire’de yeterince lüks sayılabilecek bu dış mahallelerde hayat normal seyrinde devam ediyor. Bölgede çok sayıda alışveriş merkezi var.  Ayrıca ‘Mc Donalds’ vb. ‘fast food’çuların sayısı bir hayli fazla. Bunun dışında otel ve diğer tarzda restaurantlar da mevcut. Yol kenarlarında kentin farklı bölgelerine ulaşmak için otobüs veya minübüs bekleyen kimselere rastlıyoruz.

Bir müddet sonra şehri gerimizde bırakıp Kahire’yi İskenderiye’ye bağlayan 200 kilometrelik otobana ulaşıyoruz. Bizim için artık duble yollarla özdeşleşmiş olan 2 paundluk ödemeyi yapıyoruz. Mısır’ın en büyük ve en önemli iki kentini birbirine bağlayan bu otoban nispeten ismini hak ediyor. Kanaatimce ülkenin en bakımlı asfaltı üzerinde yol almaktayız. Araçlar çok hızlı. Yol boyunca lüks ve temiz oldukları her hallerinden belli dinlenme tesislerine rastlıyoruz. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından otobandan ayrılıyoruz. İskenderiye’ye hiç uğramadan kentin batısına doğru ilerleyeceğiz. Böylelikle sınıra daha yakın bir sahil bölgesi olan Al Amenin’e ulaşacağız. Otobandan çıkar çıkmaz bugünkü dördüncü ödememizi gerçekleştirerek yeni bir duble yola giriyoruz. Saat 23.00 sularında bahsi geçen kente varıyoruz. Akdeniz kıyısındayız. Sınıra yaklaşık 500 km. uzaklıktayız. Ne var ki burada konaklayacak bir yer bulamıyoruz. Bölge bizi şaşırtacak derecede lüks. Bulunduğumuz yerin şatafat ve konfor açısından Türkiye’de deniz kıyısındaki tatil beldelerinden hiçbir farkı yok. Otel arayışındayız. Kent merkezinde çok sayıda yerli turiste rastlıyoruz. Ancak yegâne yabancı biziz. Ne yazık ki otel bulamıyoruz. Şehirde marina yahut devremülkler dışında konaklamamız mümkün görünmüyor. İkinci seçeneği doğrudan eliyoruz. Marinaların ise çok pahalı olduğunu varsayarak yanlarına bile yanaşmıyoruz. Tercih şansımız yok Mersa Matruh’a doğru yola devam edeceğiz. Saatime bakıyorum: 23.00. Önümüzde 200 kilometrelik bir mesafe var. Aslında müthiş yorgunuz. Dikkatimiz dağınık. Uyku adeta gözlerimizden akıyor. Neredeyse herşeyi göze alıp dışarıda konaklayacağız. 30 kilometrede bir direksiyonu değiştiriyoruz. Klimayı kapatıp camı açıyoruz. Hava oldukça serin. Sıcaklığın 20 derece civarında olduğunu tahmin ediyorum. Denizden esen rüzgârın arabamıza doğru taşıdığı serin hava bir nebze de olsa bizi kendimize getiriyor. Ve nihayet gece 01.30’da hedefimize ulaşıyoruz: Mersa Metruh’dayız. Bu saatte herkes sokaklarda, hayat çok canlı, etraf ışıl ışıl. Bununla birlikte deniz kenarında olmamıza rağmen, son derece muhafazakâr bir tabloyla karşı karşıyayız. Kadınların neredeyse tamamı kapalı. Açık olan hanımların ise mümkün olduğunca tesettür kurallarına riayet ettikleri ve dekolte kıyafetler giymekten kaçındıkları gözlerden kaçmıyor. Elbette ki erkekler bu konuda biraz daha rahat. Sokaklarda kısa pantolon hatta mayolarla dolaşan beyefendilere rastlamak mümkün. Ancak bunların sayısı da bir tatil beldesinde olduğumuzu varsayacak olursak bir hayli az. Yaklaşık yarım saatlik bir arayışın ardından kendimize uygun bir otel buluyoruz. Mısır’da ilk defa klimasız bir odada konaklayacağız. Herşeye rağmen günboyu gerçekleştirdiğimiz yolculuğun neticesinde çekirgemizin üçüncü bir sıçrayışa ihtiyaç duymamış olmasının rahatlığıyla uykuya dalıyorum.

(Devam edecek) Muhsin Önal Mengüşoğlu
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.