SON DAKİKA
Hava Durumu

Kemankeşlik Okçuluğun Edebi

Kemankeşlik nedir? Tarihte kemankeşlerin pîri kimdir? Kemankeşlik, bir makam mıdır? İlk kemankeş tekkesinin kurulmasıyla birlikte B

Haber Giriş Tarihi: 03.02.2019 14:17
Haber Güncellenme Tarihi: 03.02.2019 16:17
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Kemankeşlik Okçuluğun Edebi
Kemankeşlik nedir? Tarihte kemankeşlerin pîri kimdir? Kemankeşlik, bir makam mıdır?

İlk kemankeş tekkesinin kurulmasıyla birlikte Beyazıt zamanında temelleri atılarak, ondan sonra Fatih Sultan Mehmet zamanında yeri belirlenmiştir. Fatih, fethi seyrettiği yeri “ok talimgâhı” olarak ayırarak o bölgeyi vakfetmiştir. Vakfiyesinde bu yer için: “Burası o kadar mühimdir ki buradan sert tırnaklı hayvan geçmeyecek, mümkünse kuş uçurtulmayacaktır.” diye söz eder. Fatih’ten sonra oğlu Beyazıt, resmî olarak orada tekkeyi açmıştır. Tekkenin şeyhi o zaman meşhur hattat Şeyh Hamdullah’tır. Kemankeş Tekkesi dini statüsü olmayan bir tekkedir. Tekkede edep kuralları işlemekte, tekkeye girerken kapısı küçük olduğundan eğilerek girilmekte ve girişte “Edep ya Hû” yazmakta; çıkış kapısında da “hiç” yazmaktadır. Kemankeş tekkesinde bu standartlar korunmuş, şeyhe hürmette kusur edilmemiştir. Bu sistem bugün federasyon başkanlığı gibi de değerlendirilebilinir. Kemankeş olabilmenin bir edebi vardır. Yay almadan önce kemankeş sayılabilmek için “kabza almak”  gerekir. Kabza almak için de 800 ya da 900 gez dedikleri bir alt limit vardır ve bu alt limitte ok atmak gerekir. 900 gez de 540 metre civarında bir mesafedir. Şu an elimizdeki yaylarla, mevcut tecrübemizle en fazla 350 ile 450 metre arasında atılabilmektedir. Kemankeşlikte  bazı tabirler vardır. Bu tabirlerden biri de “çilekeş” tir. Germeye yarayan ipe “çile” denilir. Bir okçu antrenmana başladığı zaman ilk başta hemen ok atmaz. Önce belli bir süre (1000 gün) bu “çile”yi çekmesi gerekir. “Kepaze”yi tanımlarsak daha eski ya da güçten düşmüş yaylarla oksuz olarak bu “çile”nin çekilmesidir. Bu zaman zarfında kasları terbiye olmakta eğiticiler, çekişteki tekniği oturduğuna ikna olduktan sonra ok attırmaya başlamaktadır. Bu sürece de “çile çekmek” denilir. Çile çekme süreci üç sene sürebilmektedir. Çile çekme, sabrın doruk noktasına çıkmasını sağlamakta böylece savaşta mücadele verecek askerlerin sabır eğitimini de tamamlayarak esas eğitime geçmesini sağlamaktadır.  Günümüzde ise üç sene ok atmadan sadece çile çekecek kemankeş pek mümkün görünmemektedir. Tekkede teknik eğitimlerin yanı sıra işin içine ruh katmak için edep eğitimi de verilmiştir. Yay abdestsiz olarak kesinlikle ele alınmaz, kurulmaz. Abdest alınarak yay öpüp başa konulur ve kullanıldıktan sonra tekrar öpüp başa konulur ve yerine kaldırılır. Okçuluğun bildiğimiz net 3000 yıllık bir geçmişi vardır. Türkler Müslüman olduktan sonra bunu bir takım İslami motiflerle farklı bir formata getirmişlerdir. Eski doğu kültürlerinde ise örneğin Japonlarda “zen öğretisi” içinde okçuluğun çok önemli bir yeri vardır. Nefs terbiyesiyle ilgili bir öğretileri bulunmakta olup bu  nedenle okçuluk Japonlarda çok önemli bir yer tutmaktadır.  Mesela bir iş adamının bile mesleki terfi gerektiği zaman ok atmak gibi bir sınavdan geçmesi gerekir. Enteresan görünen bu gelenek günümüzde hala sürdürülmektedir.

Okçuluk farklı milletler ve medeniyetler arasında kültürel etkileşime de yol açmış mıdır?

Özellikle savaşlar esnasında, örneğin bugünkü Kırgızistan sınırları civarında, Abbasiler ve müttefiki olan Karluklar ile Çinliler arasında yapılan Talas Meydan Muharebesi (751 yılında) ile birlikte matbaa ilk defa Çin dışına çıkmış, bunun yanı sıra barut, kağıt ve pusulayı da Araplar öğrenmiştir. Bu önemli buluşlar Avrupa ülkelerinin İslam dünyasına karşı düzenlediği Haçlı Seferleri ile de Avrupa’ya,  geçmiştir. Bu bakımdan da Talas Savaşı’nın dünya tarihi ve Türk tarihi için de önemi büyüktür. Türklerle, Arapların ilk tanışması Talas Savaşında olmuş Türkler Arapların safına geçerek destek olmuş ve savaşın kazanılmasını sağlamıştır. Türklerin bu savaşta Müslümanlığı yakından tanıma fırsatı bulduğu ve çoğu tarihi kaynaklarda Türklerin Müslümanlığı kabul etmesi konusunda başlangıç noktasını oluşturduğu yazmaktadır. Türkler bu savaşta çok güçlü, 500–600 metreye ok atan yaylara sahiptiler. Düşmanın yayı ise 200 metre atmaktadır. Düşmanın kendi yayını kullanabilmesi için 200 metre yaklaşması gerekirken Türklerin ok mesafesi 500–600 metredir. Bu mesafe daha yaklaşamadan düşmanı imha etme imkân vermiştir. Türkler, hem uzun menzil hem de at üstünde ustalıkla ok atabilmektedir. İyi ok atmaları ve zihgir (okçu yüzüğü) kullanıyor olmaları savaşı kazandıran faktörlerden olmuştur.  Arapların o savaşı kazanmalarının sebebi Türklerin okçuluktaki maharetleri olmuştur. “İslamiyet’in yayılmasının en önemli sebeplerinden biri olarak Türklerin okçuluktaki mahareti ve zihgir gösterilebilir. Türklerin, Çinlilere karşı Araplara yardımları sonucunda savaşın kazanılmasıyla; Türkler, Araplar vesilesiyle İslam’la tanışmış, esir aldıkları Çinlilerden kâğıt yapımını öğrenmesiyle, Kur’ân-ı Kerim’in artık kâğıda yazılır hâle gelmesi mümkün olmuştur. Topkapı Sarayı’nda bambudan yapılmış Hz. Muhammed’in (sav) yayı bulunmaktadır. Bambu yayın atacağı ok mesafesi en fazla 200 metre olup, öyle bir yayın uzun mesafeye ok atma potansiyeli yoktur. Çok güçlü bir yay olmadığı için çekmesi daha kolaydır ve yakın mesafede kullanılan bir yaydır.
Oklarda “Çavuş” dedikleri şey nedir?
Islık çalan oklara “çavuş oku” denilmektedir. Mete Han’ın icadı olan çavuş oku, Türklerde o zamandan beri gelen bir gelenektir. Çavuş oku düşmanın moralini çökerten bir ses çıkarmaktadır. “Temren” dediğimiz sivri kısmın altına top şeklinde kemik parça konulur. Kemik parça üzerinde delikler vardır ve havada giderken o deliklerden geçen hava müthiş bir ıslık sesi çıkartır. Düşünün, bir orduda en az on bin okçu var ve bunlar çok seri bir şekilde ok atmakta. Osmanlı’da ok atma hızının dakikada 30 oka çıktığı düşünüldüğünde havada ıslık çalarak giden okların düşmanın moralini nasıl bozduğunu tahmin edebiliriz. Görüldüğü üzere iman gücü ile birlikte teknik güç de çok önemlidir. Sonuç olarak iman gücüne böyle bir teknik üstünlükte eşlik edince tarihimize şanlı destanlar yazılmıştır. Türkler İslam’la tanışmadan önce amaç sadece hedefi vurmak iken, İslam’la tanıştıktan sonra farklı bir disipline dönüşmüş ve menzil atmak daha önemli hâle gelmiştir. Enfal Suresi’nde bunun öneminden bahsedilmektedir. “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı…” (Enfâl, 8/17) “Sen atmadın Allah attı” diyor. O zaman okçu diyor ki: Ben olabildiğince uzağa atayım hedefe ulaştıran zaten Allah… Osmanlı’da okçular bu ayete dayanarak yayı “Ya Hakk” diyerek çekiyor ve öyle atıyorlardı. Türkler Müslüman olduktan ve okçuluk resmiyet kazandıktan sonra, sahabelerden Saad bin Ebi Vakkas okçuların pîri olmuştur. İlk şeyh olarak da Şeyh Hamdullah itibar görmüş ve okçuluk sistematize olmuş, sistem disipline oturmuştur.
“Kemankeş sırrı”ndan ne kastedilmektedir?
Kemankeş kabza alacak hale geldikten sonra şeyh efendi kabza alan kemankeşin kulağına eğilerek bir sır verir. Bu sırrın ne olduğunu kimse bilmez çünkü yazılmamıştır. Onun dışında bütün şeyler yazılmakla beraber şeyhin sırrı yazılmamıştır. Zaten sırrı alan kimse de bu sırrı kimseye söylememiştir. Bir takım yazarlar “Bu sır Enfâl sûresinin 17. ayeti” olduğunu söyler. O zamanlar padişahların da katılımıyla meydanlarda merasimler düzenlenir, şaşalı gösteriler olurdu. Halkın da son derece itibar ettiği kemankeşler günümüzün olimpiyatlarına benzeyen bu merasimlerde gösteri yaparlardı. Türkler Müslüman olduktan sonra doğudan getirdikleri o eski kültürü İslami kültürle birleştirip yeni bir format ortaya çıkmış, okçuluk tasavvufî bir disipline dönüşmüştür. Çile çekmesi, sabır eğitimi, ardından kişinin okçu olarak yetişmesi… Buna rağmen kibirden uzak durmaları gerekmekteydi. Bu konuyla ilgili yaşanmış bir olayda anlatıldığına göre; bir kemankeş böyle toplu bir gösteride rekor kırıyor ve padişahın huzuruna davet ediliyor. Padişah kendisine ihsanda bulunarak sorar: “Nasıldı pehlivan?”  Kemankeş: “Onları öyle yendim böyle yendim…” diyerek edepsiz bir şekilde cevap verir. Padişah da bunun üzerine der ki: “Götürün boğun şunu…” Hemen araya girerler, “Aman sultanım, bu çok büyük bir pehlivan böylesi çok zor yetişir ne olur affedin.” Padişah bu ısrarlar üzerine kemankeşi affeder. Pehlivanın kibir göstererek “Nasıl yendim ama!” demesi padişahı sinirlendirmiş bu tavır kesinlikle kabul görmemiştir. Bilinen bütün okçular büyük bir tevazu içinde yaşamışlardır. Padişahların hepsi aynı zamanda kemankeş, hattatların da hemen hemen hepsi kemankeşti. En meşhuru Sultan Mahmut’tur ve en büyük rekorun sahibidir. IV. Murat, III. Selim de büyük kemankeşlerden olup Sultan Mahmut’un Okmeydanı’nda üç dört tane taşı bulunmaktadır.

Okla yayın yapılması?

Okçuluk bir sanat olduğu gibi yapımı da bir sanattır. Tropik bölgelerde yetişen “bakkam ağacı” çok sert ve esnek bir ağaç olduğu için kiriş yapımında kullanılmaktadır. Bu ağacı hattatlar da özellikle kağıdı kızıllaştırmak için renk versin diye kağıt boyamada kullanmaktadır. Ok yaparken kullanılan malzemelerin neredeyse hepsi hattatlıkta da kullanılan malzemelerdir. Avrupa okları düz silindir çubuk şeklinde iken, Osmanlı okları su damlası gibi uca doğru ince, ortası tombul, arkaya doğru tekrar incedir. Osmanlı oklarının su damlası gibi aerodinamik bir yapısı vardır. Bu yapı okların havada rahat süzülmesini ve menzilin artmasını sağlar. Bütün Osmanlı oklarında dizayn arkadan uca doğru incelir. Savaşlarda atılan okların aynı bir sanat eseri gibi muazzam bir işlemesi vardır. Okların üzerindeki tezhipler varaklarla küçük küçük kalem işleriyle muazzam bir şekilde süslenmiştir. Hatta üzerinde yazılar bulunan oklar yapılmıştır. Bir anda atıp kullanılan bir oka bir sanatçıyı bir ay meşgul edecek kadar çok ince işlemeler yapılmasının “Bir okun bedeli bir can…” düşüncesiyle Osmanlı’nın insan hayatına verdiği ve Osmanlı’nın düşünce yapısının inceliğini ve oka ne kadar değer verildiğini gösterir. Osmanlı oku bir sanat eseri hassasiyetiyle yapmış “Ya Hakk” diyerek atmıştır. Savaşta toz bulutu içinde kimi zaman düşmanı görmeden nereye gideceğini bilmeden “Ya Hakk” diyerek attığı ok gidip hedefini bulmuştur. Allah okun kime gideceğini zaten bilmektedir. Avrupalılar ise ok olarak eğri büğrü bir sopanın ucuna demir takıp onu atıyorlardı. Eskiden günümüz ilaçları bulunmadığı için okun parçalanmasına bile gerek kalmadan sebep olduğu bir çizik bile askerin mikroptan ölmesine sebep olabiliyordu. Yay yapımında sembolik bir çok şey vardır. Mesela yayda kullanılan her şey çift parçadır. Tonç başları iki tanedir Yayda tek parçadan oluşan bir tek parça vardır ki o da kabzadır. Kabzadaki çentik iki boynuzun birleştiği nokta olup buraya “vahdet noktası” denilmektedir. Yayın orta kısmında manda boynuzu, ortada akça ağaç vardır. Tonç başı denilen yerler abanoz cinsi sert ağaçlarla yapılarak, bunun üstü hayvanın tendonuyla kaplanır. Bu tendonlar erkek geyiklerin, güçlü atların ya da boğaların arka bacağından alınır. Özel bir tutkalla fiberglas yapar gibi kıl kıl tendonları tutkalla yedire yedire bütün yüzey sıvanarak, arka tarafına da manda boynuzu kaplanır . Bu şekilde çok  güçlü yapıya sahip olan yayın şekli çektiğiniz zaman laleye benzer.
Ok yapımı için çok uzun bir süre gerekli midir?
Ok altı yada yedi yıllık bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ahşabı sedir ağacından kesilip bekletilir. Dönmeyen ağaçlar ayıklanıp terbiyeden geçtikten sonra tıpkı ney yapar gibi gübrede yatırılır ( Ney de yaparken gübrede yatırılır.) ve bir sene gübrenin altında kalır. Daha sonra çıkarılarak belli işlemlerden geçirilir. Bir yere asılan oklar bir yaz, bir kış geçirir. Hem gölge bir yerde, hem ayaz gören bir yerde, hem de kuru bir yerde durur ve oklar yedi sene boyunca tımar olur. Bu işlemlerden sonra ok haline getirilerek ucuna temren takılır. Osmanlı’nın kullandığı temrenlerin şekli yaprak gibi yassı olduğu için “yaprak temren” denilmektedir. Ucuna bir delik delinerek içine batırılıp etrafı hayvan tendonuyla sarılır.
Okun ucuna takılan bu temrenin özelliği nedir?
Temren mümkün olduğu kadar çok ‘parçalaması’ için tasarlanır. Çünkü savaşta öldürmekten daha önemli olan diskalifiye etmektir. Osmanlı okları değişik kültürlerin oklarıyla kıyasladığında son derece insancıl, son derece zarif ince ok uçları olduğunu görürüz. Diğer kültürlerde mesela Japonlarda okların ucu çentik çentiktir. Bunlar çok incitici, korkunç temrenlerdir. Osmanlı’da ise her şeyde olduğu gibi oklarda da zariflik vardır. Osmanlı müthiş medeniyetini, düşmanını acısız bir şekilde safdışı etmek üzere kurmuştur. İngilizlerle, Fransızların Ortaçağda yaptıkları Agincourt Savaşını İngilizler okçuları sayesinde kazanmıştır. Daha sonra Fransızlar İngilizleri esir aldıklarında ok atamasın diye orta parmaklarını kesip bırakmış ve bu işaret de oradan çıkmıştır. Bak parmağım hâlâ sağlam sana gününü gösteririm anlamında bir tehdit zaman içinde anlam kaymasına uğramıştır. Bizim de o meşhur hareketimiz aslında bir okçu hareketi olup, bu hareketi gördüğün zaman “yaşama şansın yok” anlamına gelmektedir, eğer görebiliyorsan… Avrupalılar oku üç parmakla atarlar. Osmanlı yayları tek parmakla, başparmakla atıldığı için bırakıştaki kalite daha farklıdır.
Günümüzde yay yapan ustalar var mıdır?
Özellikle son beş senedir geleneksel okçuluğa ilginin artmasıyla yerli malı ok ve yay yapan ustalarımız bulunmaktadır.  Özellikle 1960’lardan beri yay yapımıyla uğraşan Macaristan’da eski Türk usulü yaylar çok güzel yapılmaktadır. İyi bir yayın fiyatı 1.500 TL.’den başlamakta tamamen eski usul yapılmış organik yayların fiyatı 1.000–1.500 Euro’ya kadar çıkabilmektedir. Yayların yapımına çok ciddi emekler verilmektedir. Sentetik yayların yapımı daha hızlı olmakta ama organik yayların yapımı en az iki, üç sene sürmektedir. Sadece ağac bir sene balık tutkalında bekletilmektedir. Balık tutkalı çok özel bir tutkaldır ve Mersin Balığının hava kesesi kaynatılarak elde edilir. Mersin Balığının hava kesesinden tutkal yapımı akıl sır erdirilemeyecek enteresan bir durum olup o zaman keşifle mi yapıldı sorusunu da akıllara getirmektedir. Tabii ki bir çok yol denendikten sonra bu noktaya varılmıştır. Üç bin yıldır kullanılan organik malzemelerde bir değişiklik olmamış, üç bin yıldır bu şekilde yapılmıştır. Ancak Osmanlı’dan sonra yaylar kısalmış, daha kısa, daha çok esneyen yaylar imal edilmiştir. Okçuluk tarihi tekrar güncellenerek günümüze taşınmaktadır. Önemli olan okçuluk konusunda araştırmalar yapmak kitapların yanı sıra sahada da okçuluğu tecrübe ederek öğrenmektir. Sultan Mahmut, Yavuz Sultan Selim bir yandan batıya yönelirken ısrarla da okçuluğumuza sahip çıkıp kültürümüzün yaşaması için çaba göstermişlerdir. Sultan Mahmut bizzat sahaya inip ok atmış üstelik rekor kırmıştır. Ardından tekke şeyhi olan Kânici Başı Mustafa Kâni Efendi’ye kitap yazma vazifesi vermiş ve  “Telhis-i Risale-i Rımat” isimli kitabı yazılmıştır. Bu kitap için rahmetli Necmettin Okyay: “Okçuluk dünyadan tamamen silinip kalksa bu kitap sayesinde tekrar sıfırdan öğrenilebilir” demiştir.  Bu kitapta ok ve yay yapmaktan atmaya kadar bütün detaylarıyla anlatılmıştır. Ne acıdır ki bu kitap 1940’lı yıllarda Almancaya, 1960’lı yıllarda İngilizceye çevrilmiştir. Bizde ise ancak 2011 yılında çevrilip piyasaya çıkabilmiştir. Günümüzde ise geleneksel okçuluğa gönül veren dernek, kulüp ve vakıflar; ata sporumuz olan okçuluğa sahip çıkmak, tarihimizde tartışmasız bir yere sahip olan okçuluğu günümüzde hak ettiği ve geçmişte taşıdığı değere kavuşturmak, okçuluk sporunu yaygınlaştırarak geçmişle gelecek arasında sağlam köprüler kurmak, madden ve manen güçlü nesiller yetiştirmek amacıyla hizmet vermektedir.  Bu hizmeti vermekteki başlıca hedef; ata sporumuz olan geleneksel okçuluğu çocuklarımıza ve gençlerimize tanıtabilmek, okçuluğu onların yaşamına katarak bu vesileyle topluma sağlıklı, mutlu, güvenli çocuklar ve gençler kazandırmak bunun yanı sıra gelenek, örf ve adetlerimizi de yaşatarak, köklü kültürümüzle ilgili çocuklarımızı ve gençlerimizi daha bilinçli hale getirmektir. Özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz için önemli bir spor dalı olan okçuluk, hem bedensel, hem zihinsel, hem de sosyal gelişime katkı sağlamaktadır. Öğrencilerin genel davranış biçimini olumlu yönde etkileyerek hedefe konsantre olmayı, sabırlı olmayı, disiplinli olmayı, kendine güvenmeyi ve kendini geliştirmeyi öğretir. Okçuluk fiziksel ve zihinsel özellikleri birleştirerek etkin hale getiren, çocukların odaklanma ve dikkat eksikliği sorunlarına çözüm olabilen ideal bir spor dalıdır. Okçuluk engel tanımadığı için bedensel engelli de olsa her birey okçulukla ilgilenebilir.

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.