Hazırlayan Ömer Kaptan
kaptanomar@gmail.com


ADALET YURDU
Kudüs kutsallığın başkentidir. Sadece Müslümanlar için değil Kudüs’ün kutsallığı. Yahudilerin de en kutsal şehri. Hristiyanların da… Kıyamet kilisesi burada. Hz.İsa’nın pek çok hatırasını taşıyan şehir Kudüs. Hatta İsa’nın elinin ayağının değme ihtimalinin bulunduğu her yere bir şapel/kilise yapılmış. İmparator Konstantin’den sonra en önemli imar faaliyetini yapan kişi Justinianus. Evet Bursa’mızdaki Çekirge kaplıcalarını ilk yaptıran kişi Justinianus. İşte bu kutsal şehirde adaletle hükmetmek hiç de kolay değildir. Ama selam yurdunun adaletle yönetilmesi gerekir. Kudüs dârusselamdır /jerusalem. Allah bizi selam yurduna, esenlik diyarına çağırır, davet eder.(Yunus 25) Ve bu yurdun en önemli ayağı adalettir. Zira devletin imanı adalettir. İşte bu esenlik yurdunda adaletle hükmetmek ancak Osmanlı gibi İslam medeniyeti devletlerinde mümkün olabilmiştir. Yahudiler bile bugün Osmanlı Kudüs’ünü özlemektedirler.Kudüs’ün giriş kapısına “La ilaheillallah” tan sonra “Muhammedün Rasulullah” yazmak yerine “İbrahim Halilullah” yazacak incelik Osmanlı medeniyetinde vardır. Çünkü İbrahim üç dinin de ‘kutsadığı’ bir isimdir. Bir başka güzel örnek de Hz. İsa’nın meşhur son akşam yemeğini yediği odanın içerisinde. Da vinci’nin bu odada yaptığı meşhur bir resmi vardır. İşte bu odanın pencereleri oldukça ilginçti. Osmanlı yapımı revzenlerin(vitray) üzerinde yazan ayeti kerime gözlerimi yaşartmıştı. “fehkum beynennasi bil-hakki ve la tettebi’il-heva” yani insanlar arasında hak ile/adaletle hükmet ve sakın heva hevesine uyma. Ey Müslüman yönetici, sakın Müslümanların tarafını tutma. Tüm din müntesipleri arasında adil ol. Bu pencerelerin yazılı olduğu oda Hz.Davud’un mezarının hemen üstündedir. İşte Davut’un yolundan böyle gidilir. Davut’un varisi böyle olunur;
Âvâzeyi şu âleme Dâvûd gibi sal,
Bâki kalan şu gök kubbede bir hoş seda imiş…

Kudüs’e ilk gidişimde içimde hep Kubbet-üs Sahra’yı ilk defa görmenin heyecanı vardı, Kabe’yi ilk defa göreceğim zaman yaşadığım heyecanı gibi. Çünkü bu altın kubbeli yapı, Kudüs’ün incisi, şehrin en güzel yapısıydı. Abdülmelik b. Mervan, Kıyamet kilisesinin kubbesinden etkilenince öyle bir kubbe yaptıracağım ki Müslümanlar artık bu kubbeye hayranlıkla bakmayacak demiş ve Kubbet-üs Sahrayı yaptırmıştı. Gerçekten de bu yapı Kudüs’teki tüm yapıları olduğu gibi Kıyamet kilisesini de gölgede bıraktı. Bu yapı aynı zamanda günümüze ulaşmış en eski İslam binası. 1300 yıllık ve Abdülmelik (Emeviler) döneminden kalma . Evet Kâbe’den dahi eski. Kabe defalarca yıkılıp yeniden yapıldı ama bu bina hiç yıkılmadı. Sadece süslemeleri değişti. İşte bu yenilemelerin son büyük olanı Abdülhamit zamanında gerçekleşir. Ama İslam dünyasının bu önemli yapısının Hat yazılarını kim yazacak, bu şerefe kim nail olacaktı? Bunun için Osmanlı Hattatları arasında bir yarışma tertip edilir ve yarışmayı kazanan kişi Muhammed Şefik Efendi olur. Başlığın Bursa ve Kubbet-üs Sahra olmasının sebebi işte burada saklı. Çünkü Şefik Efendi Bursalılarca hayranlıkla eserleri seyredilen, ismi hep görülen ama fark edilmeyen kişidir. Kudüs’te Kubbet-üs Sahranın etrafına Yasin suresini yazmazdan yıllar evvel padişahın emriyle Bursa’ya gelen ve Ulucami’mizdeki yazıların çoğunu yazan hattatımız işte ismi geçen Şefik Efendidir. En meşhur yazısı da kılıç şeklindeki divani hattıdır.

Osmanlıların Kudüs’e gösterdiği ilgi şehrin Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmesinden çok önce başlamıştır. Kudüs’ün en önemli ziyaret yerlerinden olan Mescid-i Aksa’nın bitişiğinde Bursa’mızın medarı iftiharı ve Osmanlı devletinin ilk şeyhülislamı Molla Fenari, Kudüs Osmanlılara geçmeden önce bir medrese inşa ettirmiştir. Bu medrese Tayluniye medresesi diye bilinmektedir. Bu medrese hakkında Fenari’nin vakıflarıyla ilgili yaptığı çalışmada sevgili hocamız Saadet Maydaerşu bilgiyi veriyor: ‘Başbakanlık Osmanlı arşivinde Molla Fenari’ye ait bir vakfiye bulunmaktadır. 833/1430 tarihli bu vakfiyeden anlaşıldığı kadarıyla molla Fenari Kudüs’te bir medrese yaptırmış, bu medreseye gelir sağlamak üzere Kütahya da dört köy bağışlamıştır.’ Sadece Fenari de değil. Kudüs’ün fethinden yıllar evvel Sahib-ul Hayrat/Ebul Hayrat olarak anılan Sultan 2.Murad şehirde bir dizi bina inşa ettirmişti. Nasıl bir ideale sahipse Osmanlı Kudüs’ü daha almadan, nasıl olsa bir gün buraların hizmetkârı yine biz olacağız deyip hizmete erkenden başlamıştı.

Bursa’mızın Kudüs’le olan bağı sadece Fenari ve Sultan Murat ile sınırlı değildi elbet. Bursa’dan Kudüs’e giden inayetlerle beraber Kudüs’ten de Bursa’ya Allah’ın gönderdiği nimetler vardı. Bunların en kıymetlilerinden biri Abdullatif Kutsi hazretleri idi. Emir Sultan’ın doğusunda Zeyniler camisi haziresinde yatan onlarca kıymetli alimden biridir Hz. Kudsi. İsminden de anlaşılacağı üzere Kudüslü idi bu büyük alim. Zira Kudüslü olanlara Kudsî ya da Makdisî denirdi. Bu büyük alim ve sufi ile ilgili olarak‘Dia’ maddesinde Mustafa Kara hocamızın verdiği bilgileri özetleyerek aktarmak istiyorum: “1384’ te Kudüs’te doğdu. Tanınmış bir ailenin çocuğu idi. Zekâ ve kabiliyeti ile hocalarının dikkatini çektiği yıllarda zahiri ilimleri tahsil etti. Daha sonra tasavvufa ilgi duydu. Hacca giderken Kudüs’e uğrayan Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin Hafi’yi evinde misafir ederek sohbetlerinden faydalandı.
Sonra onunla birlikte Horasan’a gider ve seyr-i süluk’u başlar. Şeyhinden icazet aldıktan sonra yeniden Kudüs’e gider ve 1448’de Konya üzerinden Bursa’ya varır. Evliya Çelebi’nin büyük bir asitane diye övdüğü Zeyniyye dergahında irşat faaliyetlerini sürdürürken vefat eder. Kabri Bursa’da Zeyniler camii haziresindedir. Kudsî, tasavvufi düşüncesinde şeyhi Hafi gibi ihtiyatlı bir dil kullandı. Şeriatın sınırlarını gözetti. Onun mensup olduğu Zeyniyye tarikatı da ehli sünnetin belirlediği sınırları titizlikle korumuştur. Abdullatif Kutsi’nin tasavvuf tarihi açısından en önemli özelliği Zeyniyye tarikatını Anadolu’ya getirmiş olmasıdır. Zahiri ve batıni ilimleri şahsında birleştirerek yalnızca dervişleri değil, zamanın güçlü alimlerini de kendisine bağlayan Kudsî bu özellikleriyle Osmanlı devletinin temelinde bulunan dini, fikri yapının mimarlarından biri sayılabilir.

Bursa’mızda bir değerli kişi daha vardır ki Gazzeli olduğu halde Kepecioğlu’na hürmeten buraya almak istiyorum. Çünkü ondan bahsederken Kepecioğlu Gazze’yi Kudüs’ün bir nahiyesi olarak aktarır. Ve Gazzi’nin hayat hikayesini şöyle güzel özetler: “Kudüs’ün Gazze kasabasında İsa oğlu Müferrec’in oğlu olup 1643’de dünyaya gelmiştir. Tahsilden sonra Mısır’a gitmiş ve Cami’ul Ezher’de 30 sene ilim neşretmiştir. Orada ki muhaddislere reis olmuştur. 18 defa Hicaz’a gitmiştir. Bursa’ya gelerek Mısrî Niyazi hazretlerinden halifelik almış, 1696 da Bursa da büyük bir tekke inşa ettirmiştir. Bu tekkede kırk sene oturup hiçbir defa dışarı çıkmamıştır. Beş defa Kuran’ı tedris ile tefsir eylemiştir. İçi ve dışı mamur olup, Bursa’nın kutbu idi. Pek çok harikulade işleri görülmüştür. 1738’de ölmüş ve tekkesine gömülmüştür. Doksan beş sene mesut bir ömür geçirmiştir. Kepecioğlu’nun bu bilgilerinden sonra Mustafa Kara’nın aktardığı şu bilgiyi de sunmamız gerek:

Güncelleme Tarihi: 01 Temmuz 2013, 12:24