SON DAKİKA
Hava Durumu

MODERN ZAMANLARIN SİMURG'U LÜBNAN (2)

HATİCE ASAROĞLU Savaş hem öldürür hem de öğretir On yedi mezh

Haber Giriş Tarihi: 04.02.2019 17:17
Haber Güncellenme Tarihi: 04.02.2019 19:17
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
MODERN ZAMANLARIN SİMURG'U LÜBNAN (2)
HATİCE ASAROĞLU
Savaş hem öldürür hem de öğretir
On yedi mezhep, yirmi iki etnik farklılık plüralist bir mozaikle çok güzel ve renkli bir tablo çiziyor, ahenkli bir senfoni fısıldıyor kulaklara bugün Lübnan’da. Lübnanlılar iç savaş zamanında 1975’den 1990’a kadar, kötü giden ne varsa hepsinden dersini almış gözüküyor. Şimdi bu savaş öğretileri yeni yaşamlarının amentüsü olmuş Lübnanlıların.

İnsanları sadece dinî kimliği yüzünden dışlayıp, ötekileştirip düşman addettikleri, öldürdükleri o meşum günleri geride bıraktıktan sonra Lübnanlılar için artık muhatabına dinini sormamak sözlü bir kanun gibi uygulanan bir yaşam pratiği olmuş. Kendisi Türk kökenli bir Müslüman olan Maria beraber çalıştığı turda şoförlük yapan George’un (Corc değil Jorc) dini kimliğini asla sormadığını, hatta bilmediğini söylemesi gerçekten ilginçti. (Otobüste herkes toplanıncaya kadar açtığı radyodan Arapça Hıristiyan ayini dinleten George’un hangi din mensubunu anlamak bizim için çok da zor olmadı.) İnsanların farklı olmaları çok doğal. Bu farklılıkları ayrımcılığa dönüştürmeden bir arada yaşama kabiliyeti gösterebildiğimiz kadar insanız aslında. Bazen tanrıdan çok tanrıcı kesildiğine şahit oluyorum insanların. Bazı insanların bazılarını, farklılıkları nedeniyle kolayca ötekileştirdiklerini, düşman bellediklerini ya da onlara buğzettiklerini görmek, irade verip seçim şansı tanıyan Allah’ın takdirine en büyük saygısızlık, İlahi işleyişe en büyük müdahaledir kanımca. Bir ilginç anektod daha dinledik Maria’dan: Ortadoğu’nun Paris’i addedilen, insanlarının eğlenmeye, zevke, sefaya bu denli düşkün olduğu Lübnan’da insanlar savaş zamanında bile eğlenmekten geri durmamışlar. Ayakta kalabilmenin, dimdik durabilmenin belki de sırrı bu olsa gerek! Savaş zamanı gündüz üzerine düşeni yapmış, silahlarını kuşanmış savaşmışlar, akşam evlerine döndüklerinde bu sefer gece libaslarını giymişler, eğlence merkezlerine, gece kulüplerine gidip hayata tutunma çabalarını, geleceğe ilişkin ümitlerini hiç bırakmamışlar.

Istırap en güçlü ruhları ortaya çıkarır;

En büyük karakterler kurumuş yaralarla doludur.(*)



 

Yaşananlardan çıkarılan acı tecrübeyle, iç savaşın ardından meclisin ilk çıkardığı kanun ise çok manidar: “kimliklerden din hanesinin çıkarılması”. Lübnanlılar sadece kimliklerden değil kafalardan da dinini sormayı zaten çıkarmışlardı. Ayrıca, bir daha savaş görmek istemeyen Lübnan’da zorunlu askerlik mefhumu da yok. Bu haliyle Lübnan savaşın izlerini silmiş, savaşı hayatlarından ebediyete dek çıkarmış, tankları savaş silahlarını toprağa betona gömmüş gözüküyor.

Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda,

kumla köpüğün arasında.

Yükselen deniz ayak izlerimi silecek,

rüzgar köpüğü önüne katacak,

ama denizle kıyı daima kalacak.

Bugünün acısı, dünün hazzının anısıdır.

Anımsamak bir tür buluşmadır.

Unutmak ise bir tür özgürlük.

Yüreğimdeki mühür

kalbim kırılmadan mı çözülür?
BİR KÜLTÜR MOZAİĞİ BEYRUT
SOLDURMA RENKLERİNİ
Lübnan, sadece Hristiyanlardan müteşekkil olsaydı Avrupa’dan bir farkı kalmayacak, sıradan bir Avrupa şehri gibi olacak, sönük kalacaktı. Ama şimdilerde Lübnan ve onun daha küçük bir kopyası konumundaki Beyrut sahip olduğu kültürel, dinî ve etnik çeşitliliğiyle pırıltısı hiç sönmeyecek bir yıldız gibi parlıyor. Bir taraftan Süryanilerin bir nevi devamı olan Maruni Hristiyanlarıyla Beyrut biraz Antakya, biraz Hatay görüntüsü verirken, öte taraftan Hristiyan kimliğiyle Avrupaî bir şehir görüntüsü veriyor, Arap varlığıyla da bir Arap rüzgârı estiriyor. Böylesine zengin etnik ve dinî kimliğe sahip olup, böylesine huzur, barış iklimi estiren başka bir ülke yoktur herhalde. Hele de kanayan coğrafya Ortadoğu’da.
DARBE Mİ OLUYOR NE? NEDEN HER TARAF ASKER KAYNIYOR?


Lübnan’ın tamamında yol boyunca gördüğünüz tanklar, askerler sizi korkutmasın. Ordu iç huzuru ve sükuneti sağlamakla muvazzaf yani polis işlevi görüyor. Lübnan maalesef bizim de hafızalarımıza kaosun, çatışmanın merkezi olarak kazındığı için yıllarca, bu izi zihinlerimizden çıkarmak epey zaman alacağa benziyor. Yolda sıkça rastladığımız askerleri ve tankları görünce insanın tedirgin hissetmemesi pek mümkün gözükmüyor. Yarı şaka yarı ciddi Maria’ya sormadan edemedim. “Neler oluyor Maria nedir bu hareketlilik bunca asker, tank? Darbe mi oluyor yoksa?” Maria acı bir tebessümle bunun asla olmayacağına dair beslediği o kuvvetli inancın gölgesinde “hayır” dedi. “Lübnan da ordu hiçbir zaman darbe yapmamıştır, yapmayacaktır da! Burada ordu halkın içinde, halk için var! Ordu asla halkla karşı karşıya gelmez” Bu cevabın ardından, dikkat edilmesi gereken tek bir şey olduğunu söyledi: ordu mensuplarının fotoğraflarını çekmememiz.

Birlikte yaşama kabiliyetini haiz bu ülke, onca çeşitlilik ve farklılıklara rağmen şimdi huzurlu bir iklimde anın tadını çıkarıyor. Acı tecrübe en büyük öğreticileri olan Lübnan şimdi bilgece yaşıyor, sükunetle iş bölümü yapıyor, şu anki görüntüsüyle gönül rızasıyla gelenekselleşen bir paylaşıma sahne oluyor: Lübnan’da her zaman Cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyan’dır, başbakan Sünnî Müslüman’dır, Parlamento başkanı Şii Müslümandır, ordunun ve parlamentonun yarısı Hıristiyan, yarısı Müslüman’dır. Parlamenterlerin dağılımı da eşit bir şekilde yapılır. Gelenekselleşen bu siyasi yapı, istikrarın güvencesi olmuş, Lübnanlıları huzurla geleceğe taşıyor.



Evim der ki, 'Beni bırakma,

çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.'

Yolum der ki, ' Gel ve beni izle,

çünkü ben senin geleceğinim.'

Ve ben hem eve, hem de yola derim ki,

'Benim ne geçmişim,

ne de geleceğim var.

Eğer kalırsam,

kalışımda bir ayrılış vardır;

gidersem,

ayrılışımda bir kalış.(*)
BOHEM HAYATIN ESKİ ADRESİ BEYRUT
Soğuk bir havada geride bıraktığımız Türkiye’den bir saat elli dakikalık bir uçuşla Beyrut havalimanına ulaşmıştık. Kış mevsiminde olduğumuzu hesaba katarak konuşacak olursak oldukça sıcak denilebilecek bir havada Beyrut bize kapılarını araladı.  Önce downtowna şehir merkezine indik. Muhammed El Emin Camii’nden Beyrut aurasını solumaya başladık.



Bizim Sultan Ahmet Camii örnek alınarak yapılan bu cami Sultan Ahmet’in İngilizcesi Blue Mosque’tan da esinlenerek kubbelerini mavi çinilerle donatmış, mavi renk kubbesiyle kendini her yerden görünür kılmış. Bu camiinin hemen çıkışında Şehitler Anıtı denen bölgenin tam karşısında 2005 yılında suikaste kurban giden Lübnan eski Başbakanı Refik el Hariri ve onunla beraber can verenlerin yattığı mezar bulunuyor. Camiinin etrafı Roma kalıntıları ile çevrili, az ötesinde bulunan anıt heykel, Beyrut yakın tarihinin o müessif izlerini taşıyor, onarılmadan bırakılan birkaç şehir görüntüsünden biri olarak savaşın acı hatıralarını üzerinde barındırıyor. Savaş hatırası olarak bırakılmış yerlerden bir diğeri olan eski sinema ile kurşun izlerini haiz bu heykel tarihin canlı şahidi olarak yaşananları yenilere öğretiyor, eskilere unutturmuyor. Cami açık değildi, içini görme imkânı bulamadık. Araçla bir şehir turu yaparak “Güvercin Kayalıklarına” doğru yola koyulduk. Yol üzerinde son derece lüks binalar arasına sıkışmış kalmış, otantik Lübnan evlerini gördük. Rehberimiz Maria’nın lüks yaşama, lüks yapılaşmaya dair anlattıkları yok artık dedirtecek cinstendi doğrusu. Sahil boyunca sıralanan bu lüks apartmanlar genellikle Körfez Arap ülkelerinin tercih ettiği yaşam alanları imiş. Lükste öyle ekstrem noktalara ulaşmışlar ki insanın tahayyül etmesi dahi zor gözüküyor. Bu apartmanlar içinde insanların araçlarıyla birlikte, asansörle yaşadıkları kata kadar çıktıklarını duymak gerçekten ilginçti. Savaş öncesi Ortadoğu’nun Paris’i, Ortadoğu’nun incisi diye adlandırılan bu zevk-u sefa, gösteriş ve eğlence merkezi ülke, savaşla birlikte kabuğuna çekilmek zorunda kalmış. Popülaritesini, ününü kaybetmiş, rağbeti başka ülkelere mesela Dubaii’ye kaptırmış gözüküyor çünkü Maria’nın dediğine göre, petrol zengini ülkeler artık Lübnan’ı değil, Birleşik Arap Emirlikleri’ni tercih ediyor. Sahil boyunda araçla ilerlerken Maria lüks binalara asılı “satılık”, “kiralık” ilanlarına ilk kez şahit olduğunu söylüyor ve şaşkınlığını gizleyemiyordu. Bir zamanlar Ortadoğu’da Avrupa havası estiren, bohem hayatın taçlandırıldığı bu şehir artık eski cazibesinden uzaklaşmış gözüküyor. Bu durum savaşla aldığı yaralara bir yenisini daha ekleyerek, ekonomisini olumsuz yönde epey etkilemiş. Kordon boyunca ilerlerken denize nazır Amerikan Üniversitesi heybetli binası ile dikkat çekiyor. Lüks otellerin rezidansların, yeme içme eğlence mekânlarının sıralandığı bu sahil yolunda, epey geniş kaldırımıyla deniz kenarında günün her saatinde yürüyüş yapan insanları görmek mümkün. Gözümüz etrafı kolaçan ederken kulaklarımız Maria’da şehir turuna devam ettik.

DİP NOT: (*) Halil Cibran dizeleri

YARIN: Zümrüd-ü Anka gibi Küllerinden Yeniden Dirilen Lübnan

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.