SON DAKİKA
Hava Durumu

Yanı başımızdaki büyükler

 

Haber Giriş Tarihi: 19.01.2015 14:25
Haber Güncellenme Tarihi: 19.01.2015 15:25
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Yanı başımızdaki büyükler
 

Omer-kaptan-resim-1Hazırlayan: Ömer Kaptan  /  kaptanomar@gmail.com

 

Bursa’mızın tarihi yapılarıyla döşeli kadim caddelerinden İncirli, pek çok büyük zata ev sahipliği yapıyor. Her gün farkında olmadan yanı başından geçtiğimiz yapılar, merak edip hikayelerine yakından bakmak isteyenleri büyülüyor. İncirli caddesi üzerinde bir mahalle mescidi görünümünde olan mütevazı İbn Bezzaz camii de bunlardan biri. Caminin arkasında makam mezarı bulunan İbn Bezzaz bu yapıya ismini veren şahıstır. Ama İbn Bezzaz’ın kimliğine yakından baktığımızda büyük bir şaşkınlığa uğrarız. Çünkü bu zat tüm İslam dünyasında saygınlığı olan bir fıkıh kitabına imza atmış alemşümul bir yazardır.

İBNİ BEZZAZ

Bezzaz; kumaş satıcısı, manifaturacı demektir. Bezistan da kumaş, bez gibi eşyaların satıldığı mekândır. Zamanla Bezistan kelimesi Bedesten’e dönüşmüştür. Hanlarıyla meşhur Bursa’nın büyük bir Bedesten’i ve Bezzaz isminde iki camisi bulunmaktadır.

İbn bezzaz, gerçek ismi Hâfızüddîn Muhammed bin Şihâb bin Yûsuf el-Kerderî olan büyük bir İslam aliminin lakabıdır. Osmanlı topraklarına gelmeden önce Kahire, Kırım, Eflak ve Bulgaristan civarında bulunmuş ve Mekke’de 1424 yılında vefat etmiş dünya çapında ünlü bir alimdir. Yazmış olduğu “Fetâvâ-yı Bezzâziye” İslam dünyasında şöhret bulmuş bir eserdir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Şeyhülislam’ı olan Ebussuûd efendiye “Fıkıh konusunda böylesine derin bir alimken niçin bir fetva kitabı yazmıyorsunuz” diye sorulduğunda, “Fetâvâ-yı Bezzâziye gibi bir eser varken, fıkıh kitabı yazmaktan haya ederim” demiştir. (D.İ.A. Bezzazi maddesi)

Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden olan İbn Bezzaz, Harezm’in Kerder köyündendir.  İlim tahsiline memleketinde başladı. Dört sene kadar İbn-i Arabşâh’ın yanında kaldı. Fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerini ondan tahsil etti.  Kahire’ye gitti. Orada bulunan Emîn Aksarâyî, onu, kendisi ve cemaati için alıkoydu. Bir ara Kırım’a ve Eflâk’a gidip, iki sene kadar buralarda kaldı. Hac yaptıktan sonra vatanına döndü. Daha sonra Osmanlı ülkesine geldi. Bursa’da Molla Şemseddîn Fenârî ile sohbet etti. “Bezzâziyye” adındaki fetvâ kitabından başka “Menâkıb-ı İmâm-ı Ebî Hanîfe” kitabı da meşhûrdur.

Bu büyük alimin Osmanlı topraklarında bulunduğu sırada Molla Fenari ile ilmi müzakereleri devam ederken İbni Bezzaz Camisini yaptırdığı tahmin edilmektedir.

Bursa’nın Bezzaz Camileri

Bursa İncirli Caddesi üzerinde bulunan İbni Bezzaz Camisinin yapılışı Çelebi Sultan Mehmet dönemine denk gelmektedir. Bir mahalle mescidi hüviyetindeki bu cami dikdörtgen planlı olup, son cemaat yerinin ortasındaki mermer söveli basık kemerli bir girişten ibadet mekanına girilmektedir. Bu kapının üzerinde sülüs yazı ile “İnnessâlâte kânet aley mü’mimine kitabe mevkuten” ayeti yazılmıştır. Anlamı: “Namaz müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır”. Caminin duvarları iki sıra tuğla ve aralarında da dikey tuğlalar bulunan bir sıra kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekanı, duvarlara oturan pandantifli merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. İçerisi yan kenarlarda ve mihrabın iki yanındaki iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır. Caminin onarımları sırasında mihrap orijinalliğini yitirmiştir. İç mekanın batı yönünden çıkılan minare onikigen kaideli, silindirik gövdelidir. Bu kaide iki sıra tuğla ve bir sıra kesme taş örgülüdür. Bursa depremleri sırasında birkaç kez yıkılan cami ve minaresi yenilenmiştir.

Bursa’da Osmangazi Reyhan Mahallesi’nde bulunan Yeni Bezzaz Camii ise Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış olup İbni Bezzaz Camisi’nden sonra yapıldığından ötürü bu camiye Yeni Bezzaz Mescidi ismi verilmiştir.

DAVUDU KAYSERİ

3Bursa ve civarının bereketli topraklarından bu hafta gündeme getireceğimiz bir diğer büyük zat ise Davud-u Kayseri hazretleri olacaktır. Davudu Kayseri hazretleri ile alakalı ansiklopedik bilgi vermek yerine, onun nasıl bir düşünce hazinesi olduğunu Molla Sadra örneği üzerinden sizlerle paylaşmak istiyorum. Şimdi vereceğim bilgileri lütfen gereksiz bir malumat yığını olarak görmeyin. Bilakis yanıbaşımızda iznik te medfun bulunan ve Orhan Gazi tarafından Osmanlının ilk medresesine rektör olarak tayin edilen Davud-u Kayseri hazretlerinin nasıl dünya çapında anılan bir Alim-Filozof olduğunu izah etmeye çalışacağım.

İranlı düşünür Seyyid Hüseyin NasrMolla Sadra ve İlahi Hikmet kitabında, Molla Sadranın dini düşünce ile felsefi düşünceyi mezceden “el hikmetül mütealiye- aşkın hikmet” öğretisinden bahseder. Bursalı bir mütefekkir abimiz Mustafa Armağan tarafından tercüme edilen eserde Hüseyin Nasr, Molla Sadra’nın Din ve felsefeyi ahenkdar kılma yönündeki çabasını izah etmeye çalışan anahtar kavram  ‘el hikmetül mütealiye’den bahsederken ise sözü Davud-u Kayseri hazretlerine getirir. Niçin mi?

İmam Gazali’nin Tehafüt’ü ile birlikte İslam dünyasında felsefi düşüncenin ciddi bir darbe aldığı malumdur.  (Oryantalistlerin pek çoğunun iddia ettiği gibi asla tamamen bitmiş değildir.) bu yüzden Gazali döneminden sonra islam dünyasında ortaya çıkan filozofların sayısı bi hayli azdır. Gazali sonrası oldukça geç dönemde gelen Molla Sadra İslam’ın yaklaşık bin yıllık düşünce hayatının zirvelerinden birini temsil eder. Çünkü o, yalnızca bir filozof değil aynı zamanda büyük bir alimdir. Dini düşünce ile felsefi düşünceyi birleştirmesi ve ‘el hikmetül mütealiye’ okulunu kurması biraz da bu sayede olmuştur.

Nasr’a göre Molla Sadra’nın bu düşünce sistemiyle yaptığı şey ruhi mükaşefeden kaynaklanan bilgiye akli bir temel sağlamaktı. Ama Molla sadra okulunun adına işaret eden ‘el hikmetül mütealiye’ terimi kendisinin icadı değildir. O, Davut el Kayseri’nin ibn Arabî’nin Fusus-ul hikem ine yazdığı şerhte daha önce kullanılmıştır.

Molla Sadra üzerinde en büyük etkiyi öğretileri ve yüksek fikri düzeyiyle özellikle İbn Arabi’nin tasavvuf okulu yapmıştı. O,  ibn Arabi okulunun tasavvufi metafiziğine ham daha mantıki ve sistematik bir temel getirmiş hem de ‘el hilkmetül mütealiye’si onun eserlerine yazılmış bir şerh ve onların bir uzantısı sayılmıştı.

İbn-i Arabî’den başka İbn-i Arabî okuluna mensup olanlar ve onun en büyük şarihleri de molla sadra tarafından gayet iyi bilinmekteydi. Sadra’nın en meşhur eseri olan Esfar’da Fusus’un belli başlı şarihlerinden biri olan Davud-u Kayseri’ye ve Molla Fenari ve onun Nefahat’ına Sadruddin Konevi ve Mefatih-ul Gayb’ına atıflar vardır.

‘Bu üstatların tasavvufi metafiziği İbn Arabî ekolünün ruhi mükaşefelerinin aklileştirilmiş şeklidir. Özellikle İbn-i Arabî’nin durumunda bu metafizik her biri nihai hakikat bahçesinin bir yanını aydınlatan çok sayıda şimşek parıltıları olarak ortaya çıkar. Bu şimşek parıltıları Molla sadra tarafından ve bir dereceye kadar da ondan önce Davut el Kayseri gibi kişiler tarafından daha mutedil fakat daha kalıcı bir ışığa dönüştürülmüştür.’ (Nasr)

Görüldüğü gibi Davudu Kayseri, dini düşünce ile felsefi düşünceyi mezc eden Molla Sadra’dan yüzyıllar önce onun öğretisine isim babalığı yapmış bir mütefekkirdir.

Davudu Kayseri  hazretlerinin felsefi açıdan yetkinliğini ve Molla Sadra haricinde kendisinden sonra gelen alimleri nasıl etkilediğini Mehmet Bayraktar hocanın D.İ.A. daki Davud-u Kayseri maddesinden son olarak özetle paylaşmak istiyorum: “Dâvûd-i Kayserî tahsil hayatına Kayseri’de başladı. Dinî ve naklî ilimleri öğrendikten sonra özellikle dinî ilimlerde bilgisini arttırmak için Mısır’a gitti. Mısır’a ne zaman gittiği, orada ne kadar kaldığı, kimlerden ders aldığı ve ne zaman Anadolu’ya döndüğü belli değildir. Dâvûd-i Kayserî, Sadreddin Konevî’den tasavvuf öğrenmek için Konya’ya gelen ve onun ölümünden önce Anadolu’dan ayrıldığı bilinen, tasavvuf yolunda üstadı olduğunu söylediği Abdürrezzâk el-Kâşânî ile (ö. 1329) muhtemelen İran’ın Sâve şehrinde tanıştı.

Orhan Gazi, 1336 yılında inşaatı biten İznik’teki Osmanlı medresesinin müderrisliğine Dâvûd-i Kayserî’yi 30 akçe maaşla tayin etti. Ölümüne kadar on beş yıla yakın bir süre bu görevde kalan Dâvûd-i Kayserî bir yandan öğrenci yetiştirirken bir yandan da eserlerini kaleme aldı

Onun İznik medresesinde okuttuğu dersler hakkında bilgi bulunmamakla birlikte hadis ve fıkıh gibi dinî ilimlerin yanı sıra felsefe ve mantık gibi aklî ilimler okuttuğu söylenebilir. Kaynaklarda Şeyh Edebâli, Yûnus Emre, Geyikli Baba ve Hacı Bektâş-ı Velî’nin çağdaşı olarak gösterilir (Âşıkpaşazâde, s. 42-43). Kaynakların çoğunda 751’de (1350) İznik’te vefat ettiği belirtilir. Mezarının İznik’te Çandarlı Halil Paşa Camii’nin karşısında bugün Çınardibi denilen yerde olduğu rivayet edilmektedir.

Zâhirî ilimlerle tasavvufu kendinde birleştiren Dâvûd-i Kayserî özellikle İbnü’l-Fârız, İbnü’l-Arabî ve Abdürrezzâk el-Kâşânî gibi büyük sûfîlerin geliştirip sistemleştirdikleri vahdet-i vücûd nazariyesini benimsemiştir. Ayrıca Aristo gibi Yunan filozoflarıyla Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî gibi İslâm filozoflarını tenkit edebilecek seviyede felsefe bilgisine sahipti. Vahdet-i vücûd nazariyesini felsefî mahiyette yorumlayan ve savunan ilk sûfî müelliftir. Bu görüş, onun eserleri sayesinde Anadolu’nun dışında özellikle İran’da yayılma imkânı bulmuştur. Dâvûd-i Kayserî, daha çok Fusûsü’l-hikem şerhiyle kendisinden sonraki müellif sûfîleri etkilemiştir. Ve bu etki yalnızca yaşadığı bölgede ve İranda değil, Arap coğrafyasında da başvuru eser niteliğinde olan önemini muhafaza etmeyi başarmıştır.

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.