SON DAKİKA
Hava Durumu

Yaseminler Cennetine Yolculuk (1)

Fas’a niyet, Tunus’a kısmet… Yazan: Hatice Asaroglu   Gezmek, bir güzelliği tadıp, o güzelliğin peşinden ölümüne dek gitmek. Beden

Haber Giriş Tarihi: 27.10.2015 09:44
Haber Güncellenme Tarihi: 27.10.2015 11:44
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Yaseminler Cennetine Yolculuk (1)
Fas’a niyet, Tunus’a kısmet…

Yazan: Hatice Asaroglu

 

Gezmek, bir güzelliği tadıp, o güzelliğin peşinden ölümüne dek gitmek. Bedenlerimize hapsettiğimiz ruhu özgür kılmak, sizden olanın izini sürmek, Allah’ın arzında arzı okumak ve kendini bulmak, tanımak ve bilmek…
Gezdikçe dünya küçülüyor. Ufkum büyüyor.
Fas’a niyet ederken şansıma Tunus çıktı. Büyük şans!
-Tunus nerede? Kuzey Afrika? Güney Akdeniz?
-İki kum arasında! Akdeniz’in kumsalıyla, Afrika’nın çöl kumu arasında saklı harikulade topraklarda!
Neden Tunus?
Tunus; iki kum arasında bir ülke, yaseminler cenneti, Akdeniz, deniz, çöl, geleneksel testi dansıyla Tunus gecesi, tuz gölü Chott el Jerid, tarihi kalıntılarıyla el Jem ve Kartaca, mavi beyaz evleriyle, portakal ağaçları arasında meşhur kapılarıyla Sidi Bou Said, geometrik desenli evleriyle, geleneksel vahasıyla Tozeur, Tazerma vahası, keçi heykelli dağ yürüyüşü ve Şelale, jiplerle safari, yetmez mi?
İklimi, tarihi, kültürü yüzünden, dini, etnografik ve coğrafik özelliklerinden ama en önemlisi müntesibi olduğum dinin, İslam’ın ve Osmanlı’nın izini sürmek için…
Hani bir mülkünüz olur da şartlar gereği satmak ayrılmak zorunda kalırsınız. Her fırsatta gidip görmek hatıralarınızı canlandırmak, yarım olanı tümlemek istersiniz ya! İşte böyle bir şey, sizden olana bir yabancı gibi gitmek. Gidip de sizden olan bir şeyler aramak, kendinizi aramak, bulmak, varlığınızın eksik kalan yanlarını tamamlamak… Bulabilirseniz şanslı, bulamazsanız dertli olmak! İşte böyle bir şeydi benim için Tunus’u görmek, gezmek. Gittim gördüm ve oldukça mesrur ve azıcık da hüzünlüyüm…
Üç yüz yıl Osmanlı ili olmuş, seksen yıl da Fransız sömürgesi. Tunus’a gidip de rüzgarın, toprağın, güneşin sesine kulak verdiğinizde sömürge izleri kulaklarınızı tırmalıyor ama Osmanlı’nın tınısına sağır oluyorsunuz. Birkaç camiden başka Osmanlı’dan gözle görülür bir şey kalmamış. Osmanlı buraların kültürünü sosyolojik anlamda etkilemiş. Bir kimlik bunalımı, bir kişilik karmaşası yaşayan toplumun çehresi; iklimiyle, coğrafyasıyla ülkenin genel aurasıyla yüzünüze sert bir tokat gibi çarpıyor. Tunus’tayken duyduğum şu söz çok manidar: doğu ile batı savaşır, kuzey (İngiltere) kazanır. Tunus güya 1956’yılında bağımsızlığını elde etmiş, gözle görülür sömürüden kurtulmuş, ama o kolonyalist esaret ülkenin tarımında, ekonomisinde, ticaretinde hala hakim maalesef! Ben Ali ile ilgili anlatılanlar ise gerçekten dudak uçuklatıcı cinsten! Tarımla uğraşanlar, daha iyi ziraat yapma adına yüksek kredilerle, ipotekle traktör almaya zorlanıyor, (bittabi) ödeyemediği kredi yüzünden toprağından oluyor. Ülkede ton balığı bol miktarda mevcut, ton balığı av mevsiminde sürüler halinde ton balığından haberdar olan elit- kolonyal tabaka, hem tv hem de radyo aracılığıyla halka, balıkçılara çok şiddetli fırtına olacağını, kesinlikle denize açılmamalarını salık veriyor. Ama ne fırtına ne yağmur hava günlük güneşlik (bittabi) iktidar ve sömürgenler parsayı topluyor.
Havaalanına iner inmez elimize tutuşturulan bir matbu kağıt, güvensizliğin, düzensizliğin, bir kaosa gebe olma halinin habercisi olarak doldurulmayı bekliyor. ( Bu kağıdı doldurmadığımız takdirde gezi esnasında döviz bozdurma şansımızın olmayacağı yönünde uyarılıyoruz.) Girişte karşılaştığımız bu sürpriz ülkeye veda ederken de ayrı bir formalite ile ayaklarımıza dolanıveriyor. (Yeni bir uygulamaymış, çıkışta da ülkeden ayrılma parası ödemek zorunda bırakıldık.)
Kuzeyde Hammamet ve başkent Tunus, La Goulette, Kartaca harebeleri, Sidi bou Said ile başlayan Tunus yurt içi turumuz güneye doğru inerek Kayravan, Touzzeour vs. kuzeyde hakim olan Akdeniz iklimi ve bitki örtüsü ve kültürü aşağıya güneye indikçe başkalaşıyor. Güneye indikçe coğrafya çölleşiyor. Akdeniz iklim ve coğrafyasından Afrika çöl iklimi ve coğrafyasına evriliyorsunuz. Güneş sadece doğayı değil mimariyi de yakarak karartıyor sanki. Kuzeyde masmavi gökyüzü ile pırıl pırıl suyun muhteşem kombinasyonunu andıran beyaz boyalı, mavi pencereli panjurlu binalar, güneye indikçe rengini kaybediyor kumun rengine ve toprağın hakiliğine bürünüyor. Sokak aralarına kadar dolan kum taneleri sizi çöle, safariye çağırıyor.
Gezdikçe gözümüzde küçülen dünya, müthiş bir kıyas imkânı da tanıyor insana. Hava aynı Türkiye’den ayrıldığımız gibiydi. Üç saate yaklaşan bir uçak yolculuğu ile bir bahar ayında Kartaca havaalanına inişimizle başladı gezimiz. İlk durağımız ve konaklayacağımız yer Hammamet.
DENİZE UZANAN AFRİKA MİMOZALARI: HAMMAMET
Hammamet, birçok ideal tatil noktasını aratmayacak denizin, kumun, güneşin, palmiye ve portakal ağaçlarının tüm güzellikleriyle Tunus’un en önemli sembollerinden biridir.
Başkent Tunus’u teğet geçerek Hammamet’e doğru yol aldık. Tunus denince aklıma ilk gelecek imgelerden biri, Afrika mimozalarıdır. İlk yola düştüğümüz andan itibaren sarı sarı açmış çiçekleriyle Afrika mimozaları ülkenin bakımsızlığını, kaosunu örtmeye çalışırcasına yolları bir taka dönüştürmüş öyle dikkatleri celbetmeyi bekliyor yol kenarlarında. Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bu kıyı şeridinde, zeytin ağaçları, üzüm asma bağları ve doğal bitki örtüsüyle çok aşina olduğumuz Akdeniz bizi selamlıyor. Hammamet’te konaklayacağımız otel Jasmin Hammamet denen muhitteydi. Bizim güney sahil kasabalarımızı andıran Jasmin Hammamet, sömürgeliğin izlerini silmek, ekonomik dar boğaza bir açılım sağlamak amacıyla ama yine de sömürgeci zihniyete hizmet vermek gibi kısır bir döngüden de kendini kurtaramayarak, sadece turistik amaçla inşa edilen kurgu bir yer! Jasmin Hammamet! Oteller, eğlence yerleri, deniz ve sahil! Hep bilindik hep aşina olduğumuz şeyler. Bu yüzden otelin şark motiflerle süslü mistik atmosferinde, tadı hala damağımda olan el yapımı naneli limonatanın konforuna kendimi bırakıp bir müddet dinlendikten sonra, Jasmin Hammamet’i es geçip, asıl yerleşim yeri, şehrin merkezi olan medineye, Hammamet’e gittik. Tunus’ta (ve Fas gibi diğer Arap ülkelerinde de) şehrin merkezî yeri, asıl ilk yerleşim yeri medine adıyla anılır. Medinenin kelime anlamı zaten şehir demektir. Medeni olmak şehirli olmaktan bu kelimeden türemedir. Bu Medinelerde, souk (suk) adı verilen otantik çarşılar bulunur. Hammamet medine ise onbeşinci yüzyılın izlerini taşıyan şehrin en etkileyici yeridir. Araçtan indiğimiz noktada müthiş durgun, esenlik veren bir hava vardı. Bir an için önümde uzanan uçsuz bucaksız sahile bakarken kendimi büyülenmiş hissettim. Deniz kenarında o aşina olduğumuz nahoş deniz kokusu, o kesif iyot kokusu yoktu. Ufukta turistik amaçlı dizayn edilmiş enteresan bir gemi yavaş yavaş yol alıyordu. İndiğimiz noktadaki denizkızı heykelleri ellerindeki yasemin çiçekleri ile dikkatimizi o tarafa yoğunlaştırsa da medineyi, sukları ilk tecrübe edecek olmanın verdiği heyecanla hemen rehberimizin peşine takılıp o dar sokaklı labirenti andıran medineye daldım. Modernitenin hızlı yaşam sendromundan burada da kendimi kurtaramayıp hızla sukları rehber eşliğinde adımladım. Rehberimiz şöyle panaromik bir turu hızla tamamlayıp bizi serbest bırakır bırakmaz, sukların otantik, mistik, loş havasına kendimi bırakıp sukları gezmeye, satıcılarla sohbete başladım. Şakir adında bir esnafla konuştum ve ilk naneli kahveyi Şakir’in ikramıyla tatmış oldum. Bizim damak tadımıza pek uygun olmasa da nane sevenlerin rahatlıkla içebileceği değişik bir tattı. Sukları gezerek, ara sokaklara dalıp halkın doğal yaşamına tanıklık ederek tamamladığımız tur Hammamet Kalesiyle son buldu. Yasemin çiçekli denizkızı heykellerinin bulunduğu mekandan tekrar otele dönmek üzere medineden ayrıldık.
Beyaz boyalı mavi panjurlu, çerçeveli evler ilk hafızamıza nakşolan simgeler olarak yerleşiyor. Tunus mimarisinde düstur edilen bir kaideye şahit oluyoruz; avlulu evlerin yükseklikleri bir palmiye boyunu geçmeyecek yükseklikte olmak zorundadır. Mimaride, Sebastian’ın villası da Tunuslulara has bir özenti olarak hafızalarımıza yerleşiyor. Mimaride mavi rengin bolca kullanımı ise sinek ve böcekleri kovduğuna inanılmasından kaynaklanıyormuş.

Yarın: Yaseminler Cennetine Yolculuk (2): Başkent Tunus

 

 

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.