SON DAKİKA
Hava Durumu

Kürdistan meselesi (ı)

Yazının Giriş Tarihi: 06.04.2019 21:15
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.04.2019 21:15
Mart 2019 yerel seçimlerinin en çok dikkat çeken tartışması “Kürdistan” meselesidir. PKK’lıların “Kürdistan’da biz kazanacağız Batı’da ise Ak Parti ve MHP’yi gerileteceğiz” çıkışları tartışmanın fitilini ateşledi. Cumhur İttifakı bu tartışmada, “Kürdistan” vurgusuna şiddetle itiraz ederek tepkisini meydanlarda gösterirken, millet ittifakı ise bazı yerlerde örtülü bir destekle genelde ise sessizlikle geçiştirmeye çalıştı.

Ak Parti’ye “çekingen” muhalefetlerini sürdüren bazı çevreler ise, “Komünistler Moskova’ya, Şeriatçılar Arabistan’a der gibi Kürdistan’ı isteyenlerin Kuzey Irak’taki Kürdistan’a gönderilmesinin Türkiye’deki Kürt vatandaşların ve Erbil-Süleymaniye’deki Kürtlerin incinmesine yol açacağını” vurgulayarak taraflarını belli etmişlerdir. Hatta CB Erdoğan’ın (19 Kasım 2013) Osmanlı zamanındaki Kürdistan tanımlamasını belirterek “bunun tarihimizin bize devrettiği bir miras olduğunu ve görmezlikten gelinemeyeceğini” hatırlatanlar bile olmuştur.

İşin gerçeği de siyasilerin ön ayak olması ile bazen “Kürdistan” tartışmasının alevleniyor olmasıdır. Tarihimizden intikal eden mirasın ise aslına ve dönemin şartlarına uygun olarak ele alındığını söylemeye imkân yoktur. Çünkü Kürdistan denilince bazıları Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügatit-Türk’ün deki haritasından başlayıp günümüze kadar uzun bir liste çıkarmaktadırlar. On ikinci yüz yılın başında ölen Kaşgarlı Mahmut’un haritasında yer verdiği Kürdistan’ın günümüz Türkiye’sinde her hangi bir ili ya da bölgeyi kapsamaktan uzak İran içlerinde bir bölgeyle sınırlı olması tartışma havası içinde önemini kaybetmektedir. Onun bir devamı olarak 1157’de ölen Selçukluların son hükümdarı Sancar’ın yaptığı idari düzenlemede “Kürdistan” vilayetinin de bulunması bu tartışmalarda sıkça görülmektedir. İşin dikkat çekmeyen tarafı ise bu vilayetinde günümüzdeki İran sınırları içindeki bir bölgeye tekabül etmesidir.

Liste elbette bu kadarla sınırlı değildir. 622 yıllık bir tarihe sahip olan Osmanlının mirası içinde de “Kürdistan” vilayetinin bulunduğunun belirtilmesi meseleye biraz siyasi bir heyecan da vermektedir. Çünkü II. Mahmut’un eyalet sistemi yerine vilayet düzenlemesini getirmesine karşılık Sadrazam Mustafa Reşit Paşa 1847’de yeniden eyalet sistemini geri getirdiğinde ilk defa kullanılan adlar arasında, “Lazistan, Kürdistan, Suriye” isimleri de vardı. Ne var ki bu eyalet sistemi son olarak 1864’de kaldırıldığında Kürdistan adı da bir eyaletin ya da bölgenin resmi karşılığı olarak kullanımdan çıkarılmış oldu. Böylece bütün Osmanlı tarihinde Kürdistan adı sadece 17 yıl kullanılmış oldu. Buradan hareketle “Kürdistan” adının bir Osmanlı mirası olarak sayılması tarih bilgisinden çok siyasi tutumla, tercihle açıklanabilir. CB Erdoğan’ın 2019’te söylediğini 2013’teki açıklaması ile geçersiz saymaya çalışanlar da yine siyasi bir tercihte bulunmaktadırlar.

PKK çevrelerinin uzun zamandan beri “Kürdistan” dedikleri doğu bölgesinin federal bir yönetimle kendilerine bırakılması buna karşılık Türkiye’nin geri kalan bölgesinin ise Kürtlerle yoluna devam etmesini savundukları bilinmektedir. Böyle bir isteğin Türkiye’nin nüfus yapısı ile tarihi mirası ile derin bir uyumsuzluk içinde olduğunu teslim etmek gerekir.

Her şeyden önce bugün bilinen anlamda eyalet düzeni bir Osmanlı mirası değildir. Osmanlı’da eyalet denilen idari bölgenin başındaki yönetici (beylerbeyi) asla idari bir özerkliğe sahip değildi. Seçimle gelip seçimle de gitmezdi. Padişahın otoritesi karşısında, onun bir memuru durumundaydı. Böyle bir idari yapıyı günümüzdeki eyalet ya da federe denilen idari yapılarla eşit saymak eğer bir bilgi yanlışına dayanmıyor ise kasıtlı bir tahrifatın işareti sayılmalıdır.

Avrupa ve ABD gibi ülkelerde görülen eyalet/federe yapılar tarihin bir mirasıdır. Çünkü geçmişteki iç savaşların, ırk, mezhep anlaşmazlıklarının ya da sömürge dönemlerinde farklı toplulukların değişik bölgeleri ele geçirmiş olmalarının fiili bir durum olarak idari yapıda yer almalarından başka bir şey değildir. Osmanlı hatta Selçuklu dönemleri için böyle bir iddiada bulunmak tarih dışı olmaktadır. Irk ve mezhep çatışmalarına bağlı olarak tesis edilen idari düzenlemeler Türkiye tarihinde hiçbir dönem olmamıştır.

Nüfus yapısı zaten fiili bir durumdur ve bağlayıcılık bakımından da tarihi mirastan daha baskındır. Çünkü Türkiye sınırları içinde nüfus ırk ve mezhep farklılığına göre yerleşik değildir. Hemen her ilde özellikle de büyük şehirlerde çok farklı ırkların, mezheplerin bir arada yaşadığı bilinmektedir. Bu ırk ve mezhep farklılıklarına göre nasıl bir siyasi sınır düşünülürse düşünülsen bir mezhebi/bir ırkı kapsayamaz. Önemli bir kısmı hatta çoğunluğu o hayali siyasi sınırın dışında kalacaktır.

Doğu Anadolu Bölgesi ise zaten 1048’de Pasin’de 1071’de Malazgirt’te Bizans’a karşı yapılan iki önemli seferin sonunda Türk iskanına açılmış değil midir? Selçuklular günümüz Türkiye’sine geldiklerinde, Bizans Devleti ile muhatap olup savaştıkları için  buraya “Rumeli” demişlerdi. Doğu Bölgesinin de yerli halkı Ermeni (Diyarbakır’dan güneye doğru kısmen Arap ve Kürt) ama egemeni ise Bizans idi. Üstelik İslam tarihinin ilk yazılı kaynakları da bölgeyi Ermeniyye diye adlandırmıştı.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.