SON DAKİKA
Hava Durumu

Medeniyetin el değiştirmesi 1

Yazının Giriş Tarihi: 14.11.2018 21:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.11.2018 21:30
Arapça şehir anlamındaki Medine’nin kökü sayılan Müdun’dan türediği bilinen Medeniyet, “yönetmek, malik olmak ve deyn (din)” mastarıyla da ilgili olduğu kabul edilmiştir. Medine döneminde nazil olan ayetler de “medeni” diye bilinir. Daha sonra Medine’den türeyen temeddün de “şehirli ya da şehir hayatı yaşamak” anlamında karşılanmıştır.

Eski Yunancadaki polis kelimesinin karşılığı olarak Medine, politeia (politika)’nın karşılığı olarak da siyaset kullanılmıştır. İnsanın tabiatı itibarı ile medeni olduğu da “medeniyyün bi’t-tab” diye ifade edilmiştir. Buna karşılık Aristo’nun insanın “zoon politikon” siyasal canlı diye nitelendirdiği de bilinmektedir. İnsan türünü sosyopolitik varlık olarak ele alan felsefi akım da “el-ilmü’l-medeni, ilmü’siyase” diye adlandırılmışken daha sonra bunun yerine sosyopolitik yapı için Ümran kavramı, bedevilik ve medenilik yerine kullanılmıştır.

Batı dillerinde ise Latince Civilisation kelimesinden türeyen “civilis” şehirli anlamında kullanılmışken böylece civilization’un yerine Osmanlı dönemi Türkçesinde medeniyet kavramı tercih edilmiştir. Medeniyet’in Arapça kökenli olması, cumhuriyet döneminde, tedavülden çekilmesine neden sayılmış ve şehirde, şehrin kurallarına bağlı olarak yaşadığı kabul edilen Uygur’dan türeyen uygarlık kelimesi ihdas edilmiş böylece medeniyetin yerini bu dönemde uygarlık almıştır.

Böylece tarih boyunca medeniyet, şehir hayatındaki, sosyal, siyasal, entelektüel, teknik, ekonomik ve kurumsal alandaki birikimlerin, fırsatların karşılığı ya da toplamı sayılmıştır. İslam düşünürleri de “Medine, medeni, medeniye ve siyasetü’l-medeniye” kavramlarını kullanmışlardır. İnsanın tek başına yaşayamayacağı, tek başına ihtiyaçlarını karşılayamayacağı kabulünden yola çıkarak, insanın sosyal bir varlık olduğu, ihtiyaçlarını karşılamak içinde işbirliği ya da iş bölümü yapmaya yöneldiği böylece şehir (Medine), milletin (ümmet) oluştuğu kabul edilmiştir. Aile, sokak, mahalle, köy, şehir (medine) şeklinde oluşan sosyal şemanın insan türü için gerekli olan iyiliğin, saadetin ve yeteneklerinde meydana gelmesine zemin hazırlamıştır. Farabi (ö. 950) ise insan iyiliği, saadetine anlam ve içerik verenin erdem olduğunu savunduğu kitabını “Medinetü’l-Fazıla” (faziletler şehri) diye adlandırmıştır.

Farabi’ye göre medinenin (şehrin) kurucu başkanı (reisü’l-evvel), vahiyle şekillenen dünya görüşü halk tarafından benimsenir ve kuşaklar boyunca izlenirse şehir de “erdemli şehir” (medenitü’l-fazıla) haline gelir. Bilgiyi merkeze alan ve akli erdemlerle bütünleşen bu teoride gerçek mutluluğa da böyle ulaşılır. Medeni hayatı konu alan “el-ilmü’l-medeni” bundan dolayı dini hayatın temeli sayılan kelam ve fıkıh ilimlerini de kapsamalıdır.

İbni Haldun ise insanın bir arada yaşama ihtiyacını anlatmak için, “el-ictimaü’l-insan” vb deyimler yerine “ümran, ümranü’l-beşeri” gibi kavramları tercih etmiştir. Yine ilmü’s-siyeseti’l-medeniye’den ayrı olarak özellikle “ilmü’l-ümran” deyimini tercih etmiştir. Çünkü ümranın, ideal ve değerleri değil hayatın gerçeklerini, fiili durumları ele alıp neden sonuç ilişkisi ile toplumsal değişmeleri açıklamıştır.

Günümüzde medeniyet kavramı, başkalarına karşı görgü kurallarına göre davranan, kendisini kontrol edebilen, gelişmiş olan toplum ile gelişmemiş sayılan toplumlar arasındaki farkı gösteren özellikler, evrimci bir bakışla “insanlığın modern Batılı hayat tarzına ulaşıncaya kadar geçireceği” var sayılan aşamaların toplamının karşılığı gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Evrimci görüş çerçevesinde çoğunlukla bir dine nispet edilen medeniyetler çağdaş olmakla birlikte aralarında ileri-geri olan gibi ayırımlara da tabi tutulmaktadırlar.

Medeniyet kelimesinin karşılığı olarak Fransızcada ilk defa 1757’de Marquis tarafından “civilisation” şeklinde kullanılmıştır. Fransa ve ardından İngiltere’de kullanılan civilication kavramı, medenileştirmek (civiliser) şeklinde seçkin zümrenin hayat tarzı için ve normatif bir içerikte kullanılmıştır. Artık sanayileşme döneminden itibaren medeniyet, son iki-üç yüz yılda Batının daha önceki dönemlerinden ve çağdaşı diğer toplumlardan farklı olan özelliklerinin karşılığı olarak tercih edilmiştir. Böylece medeniyet (civilicatin) Batıda progres (ilerleme) ile birlikte ya da onun anlamını da kapsayacak bir içeriğe ulaşmıştır.

Bu anlamı ile medeniyet, eski dönemlere göre daha iyi ve gelişmiş bir durumu ve bunun aşamalarını gösteren, böyle olmayanlara göre ise iyi ve üstün olma konumunu kazanmış olmaktadır. Bu terimle birlikte Batı kaydettiği başarıyı insanlık için zirve noktası saymış ve kendisi dışındaki “her toplumu da geri ve kendini takip etmeye mecbur” olarak görmüştür. Artık batılı olmayan hayat tarzları ise gelip geçici ve eninde sonunda ileri ve üstün olan batılı tarza yönelmek zorunda kabul edilmiştir. Bu kabulün ya da önyargının giderek diğer hayat tarzlarına da kabul ettirilmesini, Batılılar kendileri için “medeni bir görev” bilmiştir. Bu bakış açısı ise Batılı zihinlerde sömürgeciliği mazur hatta meşru gören anlayışın temelidir.

Medeniyet (civilication) kavramı ile Fransa’da devlet insanları medenileştirmekle görevli sayılmıştır. Artık devletin bu görevi karşısında insanların kabullerinin önemi kalmamıştır. Medenileştirme elbette Fransa ile ya da Avrupa kıtası ile sınırlı kalmamış medeni sayılmayan her bölgeyi, herkesi kapsamıştır. Batılıların zihninde artık medenileştirme adıyla sömürgeciliğin meşruiyet zemini de oluşmuştur.

Bunun bir istisnası Almanlarda görülmüş, civilisation yerine kültür’ü tercih etmişlerdir. Kültür Almanlarda olanı karşılarken civilisation ise herkeste olanın karşılığı sayılmıştır. Alman ırkını herkesten bu arada Batılılardan da farklı, üstün saymanın temeli büyük ölçüde bu ayırım ile ortaya çıkmıştır.

Şaşılacak husustur ki Batılıların bu önyargısını Batılı olmayanlarda kabullenmiştir. Bu cümleden olarak sömürgeciliğin karşılığı Arapçada isti’mar, “bir yöreyi imar etmeye yönelme medenileştirme” diye açıklanmıştır.

İslam toplumları XIX. Yüzyıla gelinceye kadar kendilerini Batılı toplumlardan üstün görmüşlerdir. Batlılar ise İslam tarihinde görülen ileri uygulamaları, “medeniyetin başarısı sayılabilecek unsurların Grek düşüncesinden kaynaklandığı, hukuk, devlet yönetimi, mimari gibi alanlarda görülen üstünlüğün Roma, Bizans (kısmen Fars) medeniyetlerinden aktarıldığı” tezi ile açıklanmıştır. Farsların ırk olarak ari (ari-an) sayılmaları bu değerlendirmede de kendilerine, ırklarına bağlı olarak özel bir statü verilmesine yol açmıştır.

Şemseddin Sami’de medeniyeti “bütün insanlığın kaçamayacağı bir çeşit kader olarak” görmüş, medeniyetin tek olduğunu, tarihin akışı içinde el değiştirdiğini savunarak Batılıların, “İslam medeniyetinin Grek ve Roma medeniyetleri ile modern medeniyet arasında aracılık yaptığı” tezini kabullenmiştir.

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.