SON DAKİKA
Hava Durumu

Meğer o zaman kadın insan değilmiş!

Yazının Giriş Tarihi: 15.03.2017 22:30
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.03.2017 22:30
1923’ten önce Türkiye’deki okul, öğretmen, doktor, hemşire, eczacı ya da ebe sayısı yahut nüfusun ne kadarının okuryazar olduğu hakkında söylenenlerin, yazılanların bir dayanağı, bir kaynağı var mıdır? Dönemin şartları içinde bu konularda güvenilir bir kayıt olmadığı bilimsel bir araştırma vb bir bilimsel tespit ortada yoktur. Böylesi sayısal verileri diline dolayanlar bir gerçeği değil yalnızca kendi isteklerini, tarih bilgisi diye tekrarlamış olurlar.

Üstelik 1923’den önceki son on bir yıl büyük savaşlarla felaketlerle geçmiştir. Büyük toprak ve nüfus kayıpları yaşandığı gibi kaybedilen bölgelerden kalabalık nüfus kitleleri Anadolu’ya ya da Anadolu’nun bir bölgesinden başka bölgesine göç etmek zorunda kalan milyonlarca insan olmuştur. Savaş yılları boyunca varlığını koruma kaygısını aşamayan Osmanlı Devleti’nin barış ortamında olduğu gibi bir okul faaliyeti sürdürmesini beklemek de beyhudedir. 1927’de yapılan nüfus sayımında şehirli nüfus oranı % 20 iken buna karşılık köylü ve göçebe oranı % 80’dir. Köylü ve göçebelerin okumaya yazmaya duyduğu ihtiyaç ise elbette çok azdır.

Buna karşılık 1831’lerde başlatılan üç yıllık zorunlu okul uygulaması bütün şehirlere yayılamamış İstanbul ve bazı büyük şehirlerle sınırlı kalmıştır. Üç yıllık zorunlu eğitim uygulamasında kız erkek ayırımı olmadığı gibi kızların meslek sahibi olmasını sağlayacak okullarda açılmıştır. 1868’de Kız Muaalim Mektebi bunun örneklerindendir. Yine Abdülhamid döneminde pek çok şehirde kız ve erkek liseleri faaliyete başlamıştır. Özetle cumhuriyetten önce kızların okutulmadığı, meslek sahibi yapılmadığı iddiaları yalnızca bilgi eksikliği değil bilerek ve isteyerek, taammüden söylenmiş yalandır.

Osmanlının büyük felaketler içinde yaşadığı 19. Yüzyıl içinde yetişen bugün bile örnek sayılan kadınlar bilinmektedir. Yazar olarak Fatma Aliye, Halide Edip Adıvar’ın yanında örnek bir kahraman olarak Nene Hatun’da bu dönemde yetişmiş kadınlardır. Milli Mücadele döneminde Kara Fatma vb kadın kahramanlarda bu dönemin insanlarıdır.

Halide Edib’in durumu dönemin şartlarını anlamak bakımından daha elverişlidir. İzmir’in işgalinden sonra Mayıs 1919’da İstanbul Sultanahmet ve Kadıköy mitinglerinde Halide edip yüz binlerce insana meydanlarda konuşma yapmıştır. Onu coşkuyla dinleyen kalabalıklar, “bu kadındır, nasıl konuşur” vb tepkilerde bulunmadıkları gibi onun sözlerini boğazlarını yırtarcasına bağırarak desteklemişlerdir.

Gerçek durum böyle iken “1923’ten önce kadın insan değildi” türünden saçmalıkların söyleneceği tv ekranları, gazete sütunları bulması ülke adına hüzün vericidir. Çünkü bu saçmalıkların sahipleri kendi iddialarına göre “insan bile olmayan hangi kadınların” torunudur bilinmediği gibi insan olmayanların torunlarının insan olacağı da elbette kuşkuludur.

Kadının cumhuriyetten önce insan olmadığı, okuma, meslek edinme ve miras hakkının olmadığı iddiaları ise ancak sahiplerinin uyanması halinde utanacağı iddialardır. Elbette sürekli içmeleri nedeniyle bunların uyanmaları ve yalanlarından iftiralarından dolayı utanmalarını beklemek de aşırı bir iyimserliktir.

Türkçeye ve Türk kültürüne yapılan en büyük kötülüklerden birisi de alfabe değişikliğidir. İşte bu değişimi meşru ve mazur göstermenin yollarından birisi de alfabe değişiminden önce neredeyse “Türkiye’de okuryazar yoktu, kadınlar zaten okuyamaz yazamaz durumdaydı, İbrahim Müteferrika’dan beri basılan kitap sayısı 417 idi.”  Konu ile yeterince ilgilenmeyenler, konuya vakıf olmayanlar için elbette bu cümle oldukça süslü bir yalan cümlesidir. Çünkü Kemalistliğinden kuşku duyulamayacak olan Kemal Karpat’ın İslam’ın Siyasallaşması adlı kitabında ki verilere göre Abdülhamid döneminde (1876/1907) basılan kitap sayısı 10.601’dir. Buna karşılık yobazlığı ad ve meslek edinmişler hiçbir kaynağa dayanmadan 1728/1928 arasında basılan kitap sayısının 417 olduğunu tekrarlamaktadırlar. İşin tuhafı böyle akıl dışı tarih dışı iddiaları alkışlayan bir topluluğun da bu yalanlar için hazır ve heyecanlı olarak beklemesidir.

Cumhuriyet döneminde medeni hukuk alanında yapılan düzenlemeler ise Lozan Anlaşmasının bir sonucudur. Çünkü Türkiye’nin medeni hukukunu değiştirmesi anlaşmada yer almıştır. Türkiye’de bir kesimin çok övündüğü ve kabul edilmesinden dolayı kutlama törenleri yaptıkları Medeni Hukuk, Türk makamlarının özgür iradelerinin sonunda TBMM’de yasalaşmış bir hukuk metni değildir. İngilizlerin zorlaması ile Lozan’da Anlaşma maddesi olmuş ve İsviçre’den tercüme edilerek üzerine “Türk Medeni Hukuku” yazılması ile Türk’e ait sayılmıştır.

Bütün bunların yazılması M.S.2017’de vatana ihanet sayılabiliyor. Çünkü M.Ö. dönemlerde olduğu gibi bazı kesimler, ülkeyi de milleti de hala bir kişiden ibaret görüyorlar. Ucu ona dokunacak diye zannettikleri her türlü eleştiriyi doğrudan vatan ihaneti sayacak ölçüde şaşırmışlık ve ayarsızlık içindedirler. Oysa herkes bilmeli ve kabul etmelidir ki ülke bir kişinin özel mülkü değildir. Bir kişiye yönelen eleştiri de ülkenin varlığına yönelen eleştiri değildir. Bu şaşırmış ve ayarı bozulmuş kesim Türkiye’de düşünce ve inanç önünde ciddi bir tehdit olmaya devam etmektedir.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.