SON DAKİKA
Hava Durumu

Milliyetçiliğin Yeri

Yazının Giriş Tarihi: 25.01.2022 17:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.01.2022 17:54

 Milliyetçiliğin herkesçe kabul edilen ortak bir tarifi yoktur. Bazıları için milliyetçilik, milletin tarifi ile başlamaktadır. Millet Arapçadır, ortak bir inanç etrafında toplanmış insan topluluğu demektir dolayısı ile bir dinin bağlıları demektir. Milliyetçiliği böyle bir milletin tarifine bağlayanlar için anlamı oldukça farklıdır. Buna karşılık milliyetçiliği ortak geçmiş ve ortak gelecek tasavvuruna, kültür birikimine bağlı olarak açıklayanlar birinci tarifi reddetmemiş olsalar bile milliyetçiliğe oldukça farklı bir sınır çizmiş olurlar. Türk milleti veya Türk milliyetçiliği vurgusunu da bu çerçeve de millet tarifi ile açıklamak hayli zordur.


İkinci Meşrutiyet döneminden beri millet-milliyetçilik kavramlarının tarifinde kayda değer bir uyum sağlanmış değildir. Geçen zaman içinde kanun metinlerine bağlı olarak yapılan tarifler ise o metinlerde kalmıştır. Milletin hayatında, zihninde bir karşılık bulamamıştır.


Çünkü Kemalizm’e dayalı müesses düzen milleti asli anlamı ile kabul etmemiştir. Onu 1919’dan başlayan bir tarih ile ortak hayali bir gelecek tasavvuru ile inkılaplar ile doldurmayı tercih etmiştir. Sümerlere, Hititlere hatta İonlara uzanan bir çizgiye sahip olmakla övünmüş olsa bile etnisite ile sınırlı görülmesini aşamamıştır. Türk milleti, Türk milliyetçiliği söylemi için Türkiye’de bazı kesimler etnik bir Türklük sınırını görmeye devam etmiştir. Böylece nüfusun bir bölümü de kendini bu millet tarifinin dışında görmüştür.


Buna karşılık Türkiye’de yaşayan herkesi kapsayan bir millet tarifini çare olarak görenler “milliyetçilik” vurgusunu yanlış ve Türkiye’nin geleceği için zararlı saymıştır. Etnik bir aidiyet vurgusuna dayalı milliyetçilik tarifine şiddetle itiraz etmeyi siyasi davanın parçası görenler ara sıra “her çeşit milliyetçiliği ayakları altına aldıklarını” açıklama ihtiyacı duymuşlardır.


Oysa Türkiye’nin yaşadığı tarihi tecrübeyi yok saymak gerçekçi değildir. Osmanlı döneminde vatandaş olan gayri Müslimler geleceklerini Türkiye’de görmemişler tehcirle, mübadele ile Türkiye’den gitmişlerdir. Geride kalan az sayıdaki gayri Müslim elbette rehine değildir. Vatandaşlık haklarına sahiptirler. Ancak ne nüfus oranları itibarı ile ne de sahip oldukları duyguları ile millet için yapılacak hiçbir tarifin içinde değillerdir.


Geçen yüzyıl boyunca devlet zoru ile yerleştirilmeye çalışılan “Atatürk milliyetçiliği” ise apayrı bir şeydir. Çünkü geçmişi olmayan, milletin hafızasında, hayalinde yeri olmayan bir tariftir. Türkleri bile kapsamamıştır. Atatürk milliyetçiliğinde Türlük yalnızca Türkiye ile sınırlıdır. Türkiye’nin dışında ki Türkler “Atatürk milliyetçiliğinin” içinde yoktur. Bir kişi milliyetçiliğidir. Bir şahsı temel anlayan bir siyasi görüşün “milliyetçilik” ile adlandırılmasının dünyada benzeri yoktur. 1919’dan önce “Türk milletinin olmadığı” gibi bir fantaziye dayandırılan kişisel milliyetçilik bilimsel bir içerikten yoksundur.


Türkiye’nin tarihi tecrübesini, nüfus yapısını dikkate alan bir milliyetçilik tarifinin kimseye bir zararı yoktur. Buna karşılık göçmen düşmanlığına, farklı etnisiteden olanlara hatta farklı görüşten olanlara düşmanlık temeline dayandırılan bir milliyetçilik anlayışı hiçbir insani içeriğe sahip değildir. Günümüzde Türkiye sokaklarında, stadlarında ortaya çıkan böyle kaba, saldırgan, kin ve nefrete dayalı milliyetçilik söylemlerinin kaynağı nedir? “Her türlü milliyetçiliği ayağımın altına aldım” vurgusu her şeyden ve herkesten nefret eden bir milliyetçiliğe bizi mahkum etti iddiasının içi boştur.  Siyasi bir kinle, siyasi bir fanatizmle söylenmiş ucuz suçlamalardır.


İslam’a, Türk’ün Müslümanlık geçmişine, ezana, tesettüre, camiye, diğer Müslümanlara ve yabancı düşmanlığı ile harmanlanmış olan böyle bir saldırganlığın milliyetçilikle adlandırılması da apayrı bir faciadır. Çünkü yüzyıl önce kendi milletini yok bilen, yüzyıl önce kendi ana dilinin olmadığını iddia eden bir tutum, milliyetçilikle değil psikolojik bir marazalıkla açıklanabilir.


Kin ve düşmanlığa dayalı böyle bir psikolojik marazanın varlığını günümüzün iktidar siyaseti ile açıklamak beyhudedir. Vaktiyle milliyetçilik, ayak altına alınmasaydı, muhalefet meçhul düşman gibi görülmeseydi bugün sokaklara, stadlara hatta okullara egemen olan milliyetçilik ortaya çıkmazdı demek aslında böyle bir milliyetçilikten muhalefeti sorumlu tutmaktır. Muhalefetin bu işteki hissesini itiraf etmektir.


Cami hoparlöründen çav bella çalanlar, sala okuyan müezzinlere, sokakta yürüyen başörtülü hanımlara saldıranlar, faşizmin bütün belirtilerini üzerlerinde toplayanlar, referandum sonuçlarına göre millet çoğunluğunu denize dökmekle tehdit edenler, Türkiye’de artık “meçhul düşman” değildir. Bu taifenin nerede toplandığı, hangi kaynaklardan beslendiği belli değil midir? Geçmiş faşist uygulamaların, büyük bir hevesle tekrarını isteyenler kimlerdir? Tarihte kalan o faşist uygulamaların tekrarını heyecanla bekleyenlerin sorumlusunu muhalefette aramak daha gerçekçi değil midir?  Başka ülkelerde alçakların son sığınağı olsa da Türkiye’de alçakların ilk sığınağı neresidir? Sokaklara, stadlara egemen olan saldırgan, hak, hukuk bilmez fanatizmin beslendiği kaynakları saptırmak onların suçuna ortak olmaktır.
 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.