SON DAKİKA
Hava Durumu

Muhtasar devlet kuruculuğu

Yazının Giriş Tarihi: 15.10.2016 23:03
Yazının Güncellenme Tarihi: 15.10.2016 23:03
Devleti, yasama yürütme ve yargı gücünün toplamı diye tarif etmek mümkündür. Bu güçlerin, bir ülkede bir millet adına ve onun temsilcileri tarafından uygulanan bir egemenlikle olacağı açıktır. Bu egemenliğin kimler tarafından nasıl kullanılacağı ve millete karşı sorumluluklarının yetkilerinin sınırlarının da nasıl tayin edildiği elbette zamana ve şartlara bağlıdır.

Türkiye topraklarında gerçek anlamıyla “devlet kurucusu” Süleyman Şah’tır. Bir avuç insanla gelip İznik’e yerleştikten sonra fetihlerle sınırlarını genişleten, gelip kendisine katılan Türk boylarına yer yurt temin eden varlığını onlara armağan eden bir kurucudur. Süleyman Şah Anadolu’ya geldiğinde miras aldığı hiçbir kurum ve toprak parçası (ülke) yoktur. O her şeye yeniden başlamıştır. Onun ülke kurma tutkusu, sonradan haçlı saldırılarına rağmen boşa gitmemiştir. Anadolu Selçukluları, Beylikler, Osmanlılar ve Türkiye Süleyman Şah’ın mirası üzerine bina edilmiştir.

Anadolu Selçukluları ile Türkiye Selçukluları karşılaştırıldığında arada büyük farklılıklarını olduğu teslim edilecektir. Türkiye Devletini oluşturan yasama yürütme ve yargı gibi kurumların neredeyse tümü Osmanlıdan devralınmıştır. Osmanlı topraklarının bakıyesi üzerinde “Osmanlı adına” doğuda ve batıda yürütülen savaşlardan alınan güçle Osmanlı tasfiye edilmiştir.

Osmanlının tasfiye edilmesi gerekli miydi? Osmanlı adıyla yola devam edilemez miydi? Edilebilirdi. Ama Osmanlıyı tasfiye edilmesi, tasfiye edenlere dışarıda “bir meşruiyet” kazandırdı. Birinci Dünya savaşının mağlupları da (İttifak devletleri/Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan, Osmanlı) yönetimler değişti. Savaş suçlusu sayılan yönetimler yerine, yeni yönetimler kuruldu. İttifak devletlerinde ki rejim değişikliklerinin savaşın galipleri İtilaf Devletlerinin isteklerinden bağımsız olması mümkün müdür? İttifak devletlerinde ki kraliyet yönetimlerinin yerini “cumhuriyet” idareleri aldı. O döneme kadar cumhuriyet hiç kimsenin bilmediği ilk defa Türkiye’de icat edilen ve uygulanan bir şey değildi.

Almanya’da imparatorluk/kraliyet yerine cumhuriyetin ilan edilmesiyle, kimse kurtarıcı olmadı. Zaten bir Almanya vardı. Savaşta yenilmişti. İtilaf devletlerinin isteğine göre bir Versay Anlaşmasını yaparak, yönetimini değiştirerek yoluna devam etti. Oysa Türkiye örneğine bakıldığında önce bir “kurtuluş savaşı” icadı görülür. O dönem de hiç bilinmeyen ve kullanılmayan bir kavramdır. Milli Mücadele el çabukluğu ile “Kurtuluş Savaşı” yapılır. Kurtuluş savaşı olunca kaçınılmaz olarak bir ulu kurtarıcı da gerekir. O ulu kurtarıcı ise elbette “Mustafa Kemal Paşa” oldu.

Milli Mücadeleyi yapanların, yaptıklarının “kurtuluş savaşı olduğunu” bilmeden yaptıkları düşünülebilir mi? Böyle bir düşünce inandırıcı olmaz. O dönemde kimsenin “kurtarıcı olarak” tanımadığı şahısların sonradan “kurtarıcı olmaları” da daha çok iktidar olmanın gücü ile açıklanabilir. Yoksa milli mücadeleyi yürüten kuşağın “kurtarıcısını bilmeyecek” bir yetenekte olduğunu iddia etmek onlara karşı en azından saygısızlıktır.

Yine de Türkiye’de “devlet kuruculuğu” ile kurtarıcılık kavramını açıklamak hayli zordur. Çünkü bir toplumun elinde var olan ülkenin başkaları tarafından gasp edilmesinin engellenmesi kurtarıcılık olur. Olmayan bir ülkenin kurtarılması düşünülemez. Türkiye’nin kurtarılması ise önceden olan bir varlığın devamından başka bir şeyle açıklanamaz.

Osmanlı Devleti’nin bir “enkaz olduğu” da sonradan yapılan bir icadın söylemidir. Milli Mücadele, Osmanlıdan kalan bir ordu ile doğuda Ermenilere, batıda Yunanlılara karşı yapıldı. Türkiye sınırları içinde kalan altı bin km’ye tekabül eden bir demir yolu, hemen her ile ulaşan bir telgraf ağı vardı. O kadar ki bu ulaşım ve haberleşme ağının denetlenmesi için İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi’ne özel maddeler yazdırmıştı. Sadece ordu, ulaşım ve haberleşme değil, Anadolu halkı ile birlikte Pakistan’a varıncaya kadar pek çok İslam ülkesinin halkı da Mustafa Kemal Paşa’yı “padişahın yaveri” olarak bilir ve onu desteklerdi. Çünkü milli mücadele, Osmanlıların rağmına değil onlar adına ve onun yaveri aracılığı ile yürütülmüştü.

Milli Mücadele sona erdiğinde diğer ittifak devletlerinde olduğu gibi Osmanlı ülkesinde de yönetim değişikliği kaçınılmazdı. Yönetimi değiştirecek olanların dışarıdan büyük bir destek alacakları açıktı. Türkiye’de yönetim değişliği, İtilaf devletleri için büyük kolaylık sağlayacaktı. Barış görüşmelerinde onların karşısında oturan Türkiye temsilcileri, Osmanlıları temsil etmedikleri için, Osmanlı mirasını, bakiyesini iste(ye)mecekti. Nitekim İsmet İnönü başkanlığında ki heyet de İtilaf Devletlerinden Osmanlı bakiyelerini istememişti.

Bir ülkenin, bir milletin sahip olduklarının, görüşmelerde istenmeyişi, kurtarıcılıkla açıklanabilir mi? İtilaf Devletleri lehine reddedilen Osmanlı mirasının varlığı da kurtarıcılık kavramını şüpheli hale getirmektedir. Günümüzde ki devlet kurumlarının büyük çoğunluğu bile (meclis, üniversite, polis, banka, ptt, demiryolu, yargı, ordu, Kızılay, tapu kadastro, itfaiye, belediye vb) Osmanlı bakiyesidir. Ülke toprakları ise bin yıldır Türk halkının elinde olanlardır. Kurtarıcılık iddialarını karşılıksız ve içi boş olmasının yanında “devlet kuruculuğu” iddiası da yersiz ve mesnetsizdir. Bu yüzden “devlet kuran parti” iddiası da “devlet kuran kurtarıcı” iddiası da rakiplerini alt etmek için sonradan icat edilen bir siyasi propaganda söylemidir.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.