SON DAKİKA
Hava Durumu

Müslümanların vahdeti nasıl olur? (2)

Yazının Giriş Tarihi: 11.01.2016 06:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.01.2016 06:00
 
İslam Dünyası’nda “mezhep savaları” adıyla süren mücadelede, İran’ın karşısında ki diğer tarafın öncüsü ise Suudi Arabistan’dır. Suudiler 19. Yüzyılın başında Irak’ta ve Hicaz’da işgal ettikleri şehirlerde özellikle Şiilere karşı büyük katliamlar yapmışlar, II.Mahmut’un emriyle Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kuvvetleri tarafından büyük bir katliamla bastırılmışlardı. Ancak Suudiler öncülüğünde ki bu isyan bastırılmış olmasına rağmen Hicaz’da bunların dayandıkları Vehhabi anlayış etkisini arttırarak sürdürmeyi başarmıştır.
Vehhabiler kendilerini, Muhammed bin Abdülvehhab (1703-1792), Takiyüddin İbni Teymiye (1263-1328) üzerinden Ehli Sünnetin Dört mezhep imamından birisi olan Ahmet Bin Hanbel’e (780-855) bağlasalar da, İslam’ın temel rükünleri hakkındaki tutumları/görüşleri nedeniyle geri kalan ehli sünnet mezhepleri tarafından “Sünnilikleri kuşkuyla” karşılanır. 19. Yüzyılda Suudiler öncülüğünde ortaya çıkan Vehhabi akımın şiddeti Şiilerden sonra diğer Ehli Sünnet mezheplerine de yönelmiştir. 1932’de İngilizlerin desteği ile  Abdülaziz bin El-Suud’un kral ilan edilmesiyle, Arabistan’da resmi suud dönemi başlamış oldu.
Günümüzde Vehhabi anlayışının  resmi temsilcisi Suudi Arabistan’dır. Vehhabi anlayışı kendisini daha çok “Selefi” diye adlandırmaktadır. Uygulamaları ile kendisinin dışındaki görüş ve hiziplere karşı düşmanca tutumuyla daha çok tarihteki hariciliğin tekrarı görünümündedir. Yine kendi görüşleri ve tercihleri dışındaki her çeşit ictihadı reddetmeleri, tekfir etmeleriyle Şiiliğe benzemektedirler. Vehhabiliğin etki alanı daha çok Arabistan yarımadasında özellikle Arabistan’da baskın bir görüştür. Mekke ve Medine şehirlerinin burada olması, Hac ibadetinin bu şehirlerde yapılması nedeniyle her yıl dünyanın dört bir tarafından milyonlarca müslümanın Arabistan’a gelmesi, Vehhabiliği bütün İslam dünyasının merkezine taşımaktadır. Hac ibadeti esnasında, vehhabiliğin görüşlerine uygun düşmeyen her türlü davranışa polis zoruyla müdahale etmeleri kaba saldırgan ve düşmanca tutumlarına her yıl milyonlarca Müslüman hacı hem şahit hem de muhatap olmaktadırlar.
Suudi Arabistan yönetimi dünyanın en baskıcı en zalim diktatörlüklerinden birisidir. Ancak ABD ile iyi ilişkiler içinde olmaları, ABD’nin bölge politikalarının kayıtsız uygulayıcısı olmaları Suud idaresini Batı nezdinde daha korunaklı hale getirmiştir. Irak ve Suriye’nin Baas / Sosyalist yönetimleri altında olduğu dönemlerde de askeri açıdan olmasa bile İran’ın Şiiliği yayma ve Şii azınlıkları tahrik etme çabalarına karşılık Suud yönetimi kendisini Arap Alem inin öncüsü görmüştür. Şimdi Irak ve Suriye’nin açık gizli bir şekilde İran işgaline uğraması ve Bahreyn yemen gibi Arap ülkelerine İran’ın Şii azınlıklar eliyle müdahaleye başlaması üzerine, Suud yönetimi askeri açıdan da fiilen İran’ın rakibi durumuna gelmiştir. Suriye’de İran doğrudan askeri varlığı ile Suud yönetimi ise desteklediği hizipler aracılığı ile karşı karşıyadır. Benzeri durum Yemen ve Bahreyn’de de sürüp gitmektedir.
Vehhabiler’e göre “Şiiler asla Müslüman değildir bir iç düşmandır”, Şiileri tekfir ederler. Buna karşılık Şiilere göre de “Vehhabiler asla Müslüman değildir bir iç düşmandır.” Şiiler de Vehhabileri tekfir etmektedirler. İki taraf arasında yüz yıllardır sürüp gelen derin bir düşmanlık vardır. Buna rağmen Mısır’da General Sisi darbeyle yönetime el koyunca her iki ülke de Sisi’yi desteklemiştir.
Suud yönetiminin, vehhabi anlayışı dışında kalan Müslümanları (Şii olsun olmasın) tekfir etmekten, düşman saymaktan vazgeçmesi, diğer İslami anlayışlara hac/umre esnasında zorbaca müdahaleden vazgeçmesi, bölgedeki düşmanlıkları azaltır. Suudilerin bunun dışında Arabistan’da İngiltere yardımı ile tesis ettikleri zalim diktatörlükten vazgeçmeleri, Arabistan halkı ile olan sorunlarını da bitirecektir. Suudilerin kendiliğinden bu siyasetlerinden vazgeçmelerini beklemek de gerçekçi değildir. Suudileri çevreleyen komşu ülkelerin ve diğer İslam ülkelerinin Suudilere karşı ortak bir tutum alması da Suudilerin İslam Dünyasında yol açtıkları büyük yıkımı engelleyebilir. Ancak bunları yapacak İslam ülkelerinin olmadığı da açıktır.
Türkiye’nin Suudi Arabistan ve İran arasında ki doğrudan muhtemel bir mezhep savaşında tarafsız olması aklın vicdanın gereğidir. Fars yayılmacılığını Şiilik görüntüsüyle devam ettirme çabasında ki bir İran’ın yanında yer alması da İslam’ın en kötü istismarının, en cani diktatörlük idaresinin kötü bir temsilcisi olan Suud idaresinin yanında yer alması da Türkiye’nin İslami geçmişine karşı kendi halkının beklentilerine karşı bir suç işlemesi olacaktır. Türkiye bir mezhebi esas alarak diğerine düşmanlık eden bir siyasetten uzak durmalıdır.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.