SON DAKİKA
Hava Durumu

'Benim dilim Çanakkale Savaşı'nın sonucuna 'zafer' demeye varmıyor'

Röportaj: M.Çağan AZİZOĞLU Osmanlı Tarihi ve yakın tarih üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Dr. Sefer Öz

Haber Giriş Tarihi: 24.03.2013 23:59
Haber Güncellenme Tarihi: 25.03.2013 00:59
Kaynak: Haber Merkezi
https://sehirmedya.com/
Röportaj: M.Çağan AZİZOĞLU

Osmanlı Tarihi ve yakın tarih üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Dr. Sefer Özdemir ile Çanakkale Savaşı üzerine bir söyleşi yaptık. Dr. Özdemir araştırmalarının sonucunda Çanakkale ile ilgi farklı sonuçlara ulaşmış; ulaştığı bu sonuçlar ise bir hayli dikkat çekici. Dr. Özdemir, Çanakkale şehitlerinin ve onların şeceatinin, kahramanlıklarının bugünün insanına çok şey anlattığını söylüyor. O elim savaştaki kahramanca mücadeleyi anlamak için tek başına 27. Alay’ın mücadelesinin bile yeterli olduğu kanaatinde Dr. Özdemir; fakat tüm bu kahramanlıklar, şehitlerimizin kutsiyeti bir yana tarihi doğru anlamak zorundayız diyor ve ekliyor: Biz Çanakkale’de bir zafer kazanmadık; mağlup olduk. Tabii bu mağlubiyeti galibiyete çevirmenin yolu bekli de hakikatleri kabullenmekten, içimize sindirmekten geçiyor.



 

“Çanakkale’yi doğru anladığımızda neler kaybettiğimizi anlayacağız; nasıl kaybettiğimizi anlayacağız. Bir tarih bilinci oluşacak. Şu anda tamamen son derece yapay formel bir bilgi üzerine kurulu düşüncelerimiz.”

“Ben Çanakkale Savaşı’nın sonucunu bir zafer olarak kabul etmiyorum. Biz de bunu zafer kutlaması olarak yapıyoruz. Ama durum böyle değil. Aslında 18 Mart bizim en az şehit verdiğimiz ve harekata en az askerin katıldığı bir gün. 18 Mart’tan önce 19 Şubat, 21 Şubat var; 9 Mart var. Bu zamanlarda da deniz harekatları oldu.”

“Biz kahramanlığı Çanakkale’de öğrenmedik. Biz Mohaç’ta da Niğbolu’da da Kosova’da da biliyorduk; Girit’te de Kıbrıs’ta da biliyorduk kahramanlığı. Bu Çanakkale algısı son derece yanlış ve sakat bir kurgu.”

 

Her sene Çanakkale zaferi kutlamaları yapılıyor; bu kutlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz; bu anma günlerinin içeriğine nasıl bakıyorsunuz?

Anzaklar niçin her yıl geliyor Çanakkale’ye? Anzaklar savaşta kaybettikleri yakınlarını dini bir merasimle anmak için Çanakkale’de toplanıyorlar; kutlama için değil. Cephe gerisinde ölenleri anıyorlar. Orada kendi inançlarına göre bir dini tören yapıyorlar. Burada şunu söylemek istiyorum: Ben Çanakkale Savaşı’nın sonucunu bir zafer olarak kabul etmiyorum. Biz de bunu zafer kutlaması olarak yapıyoruz. Ama durum böyle değil. Aslında 18 Mart bizim en az şehit verdiğimiz ve harekata en az askerin katıldığı bir gün. 18 Mart’tan önce 19 Şubat, 21 Şubat var; 9 Mart var. Bu zamanlarda da deniz harekatları oldu. İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale’ye geldikten itibaren tabyalar dövülmeye başlandı ve zayiat vermeye başladık biz. 18 Mart itilaf devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı donanmayla zorlayarak geçmeye çalıştıkları bir gün. Ve bizim 18 Mart’ta verdiğimiz şehit sayısı net hatırlamıyorum ama 69-70 civarında. Onlar sadece boğazı geçemediler yoksa biz bir zafer kazanmadık. Biz niçin Boğaz’ı kapattık? İstanbul’u yani payıtahtı korumak için. Fakat daha sonra payıtaht işgal edildi. Demek ki o zaman sadece Çanakkale Boğazı’nı geçemediler. Çanakkale’de şehidimiz çok fazla. Sayı ne olursa olsun 1000,10.000 dahi olsa bu büyük bir rakam. Sadece Arıburnu’nda 40000 şehidimiz yatıyor. Kara harekatı 25 Nisan’da başladı; 6 Ocak 1916’da son buldu. Bana göre asıl anılması gereken zaman 25 Nisan ile 6 Ağustos Anafartalar’a yapılan çıkarma arasında bir gün. 25 Nisan’da İngilizler, Avustralyalılar, yeni Zelandalılar bir anma yapıyorlar. Biz de 19 Mayıs’ta bir anma yapabiliriz çünkü bu günde büyük bir harekât yapılmış hem Seddülbahir ham de Arıburnu cephesinde. Biz o gün sadece Arıburnu’nda 10.000 şehit vermişiz. Yani biz 10000 şehidin verildi günü bir anma günü yapmıyoruz ama 18 Mart’ı anma günü yapıyoruz. Burada bir garabet var. Bu garabet ne zaman başladı tam bilmiyorum ama bunun düzeltilmesi lazım. Zafer kutlaması değil şehitlerimizi anma günü yapılacaksa ve bu anma günü…  Sarıkamışta, Filistin’de, Irak Cephesi’nde ki buralarda verilen zayiatlarımız Çanakkale’deki zayiatın kat be kat üstündedir. Mesela Filisitin Cephesi’nde Kudüs düştükten sonra birkaç günde verdiğimiz kayıp 88.000’dir. Bizim bütün komutanlarımız hemen hemen hepsi oradaki İngiliz kuşatmasından kıl payı kurtuldular; Mustafa Kemal Paşa, Miralay İsmet Bey, Cafer Tayyar Bey hepsi oradalardı. Kurtulamayan da çok. Bizim bütün bunlara bir anma günü yapmamız lazım. Ve bu bizim mağlubiyet günümüz. Neden mağlubiyet günümüz? Çünkü yenildik sonunda. Mondros Mütarekesi’ni imzalamak mecburiyetinde kaldık. Kronolojiyi burada doğru yapmak lazım. Çanakkale Boğazı geçildi, İstanbul işgal edildi, Boğazlar işgal edildi. Boğazlar 1936’ya kadar işgal altında kaldı. Halen de uluslararası statüde boğazlar.

Çanakkale bize doğru anlatılıyor mu; bu olayın doğru yönlerini nasıl bilebiliriz; yani bu savaşı hangi yönleriyle değerlendirirsek doğru değerlendirmiş oluruz?  

Elbette oradaki şühadamızın, gazilerimizin orada çarpışan askerlerimizin hepsini hayırla yad ediyoruz. O şehitlerimizin ruhaniyetinden şefaat bekleriz. Bizim onlar için söyleyebileceklerimiz budur. Çanakkale meselesi çok fazla arabesk hale getirildi. Çanakkale’de yapılan savaşı bizim açımızdan doğru bir bilgi zeminine oturtmak lazım. Orada 25 Nisan 1915 tarihinde itilaf devletleri ilk çıkarmalarını Arıburnu’na yaptılar. Sadece 27.Alay karşıladı ilk gün Anzakları. 14000 asker çıkardı İtilaf devletleri. Bu 14000 askeri bizim 27.alay karşıladı sadece. Bu alayın kumandanı Yarbay Şefik Bey idi. Bir tabur da gözetlemedeydi ilk karşılayan da bu taburdur. Bu alayın komutanı Yarbay Şefik Bey, o gün yaptıkları mücadeleyi bütün detaylarıyla Harp mecmuasının 1930’lu yıllarda yazmış. Sadece 27. Alay’ın mücadelesi bize kahramanlık olarak yeter. Çanakkale muharebelerinin hurafeye ve efsaneye ihtiyacı yok. Biz Türk Milleti olarak savaşmayı Çanakkale’de öğrenmedik. Biz 1000 yıldır bu topraklarda savaşıyoruz. Kimse merak etmesin bugün de biliyoruz. Biz bu toprakları 1000 yıldır kanımızla canımızla muhafaza ediyoruz. Arka planda büyük bir medeniyetimiz var ama biz o medeniyeti kurarken yaşatırken savaştık ama. Sadece birkaç misal vermek isterim size. Girit’in fethi için 250.000 şehit verdik biz. Kıbrıs’ın fethi için Sultan II. Selim Han zamanında, Lala Mustafa Paşa komutasında 70.000 şehit verdik. Biz kahramanlığı Çanakkale’de öğrenmedik. Biz Mohaç’ta da Niğbolu’da da Kosova’da da biliyorduk; Girit’te de Kıbrıs’ta da biliyorduk kahramanlığı. Bu Çanakkale algısı son derece yanlış ve sakat bir kurgu. Bu milletin savaşama, ülkesi için canını ortaya koyma iradesi Çanakkale’de ortaya çıkmadı. Bunun aksini düşünmek saçma sapan bir hurafe olur.

Son zamanlarda “Çanakkale ruhu” terkibini siyasi ağızlar çokça kullanmaya başladı. Bu ruhu kaybetmemeliyiz deniyor; onu yeniden diriltmeliyiz deniyor? 

Dedim ya bu ruh bizde 1000 yıldır var! Biz Bursa’yı nasıl fethettik; İstanbul’u nasıl fethettik! Balkanlar’da nasıl var olduk biz! O ruh var ki Çanakkale Savaşı yapılırken Arnavutluk, Kosova, Bosna bizden çıkmıştı. Oralardaki insanlar mecbur olmadıkları halde- Çanakkale’de Bosna Alayı var, Kosova Alayı var- oradaki insanlar ülkeler, dağlar, ovalar aşıp buraya geliyorlar, devletimiz harbe tutuşmuş bizim orada olmamız lazım diyorlar. Bu hangi ruh ile olur Allah aşkına! Bakü’den gönüllüler geliyor. Yahya Kemal, Eğil Dağlar adlı şiirinde güzel anlatıyor bunu. Bu Yunan Harbi’nde söylenen bir türkü imiş. Bosna’dan gelenler de “Eğil dağlar!” diyerek gelmiş belli ki. O insanların ufkunun, heybetinin yüksekliğini düşünebiliyor musunuz? Bana göre asıl ruh burada aranmalı; Çanakkale’de falan değil. Zira Çanakkale Savaşı’nı da bu ruh yaptı. Yarbay Şefik Bey’in hatıralarının okunmasını herkesi tavsiye ederim. Bir alayın bir günlük muharebesini anlatır. Böyle otobüslerle arabesk müzik ve darbuka eşliğinde şehitlik ziyaretleri de insanı çok rencide ediyor. Ayrıca din için, devlet için vuruşup toprağa düşen şehitlerimizi yok sayıp bir takım hayali kahramanlarla bu işi izah etmeğe çalışmak da oradaki şehitlere bir haksızlıktır.

Toparlayacak olursak Çanakkale Savaşı bir zaferle sonuçlanmadı diyorsunuz…

Tabi ki bir zaferlerle sonuçlanmadı. Bana göre İstiklal Savaşı da bir zaferle sonuçlanmadı. Şimdi biz İstiklal Harbi’ni Yunanistan ile yaptık. Sakarya Meydan Savaşı, Büyük Taarruz ve İzmir’in kurtuluşu. Bu savaşları Yunanistan ile yaptık. Peki Lozan antlaşmasını kiminle yaptık? İngilizler ve Fransızlar ile yaptık. Madem Yunanistan’ı yendiysek neden onlarla yapmadık biz barış antlaşmasını? Biz Lozan’da barış antlaşmasını yaparken 24 Temmuz 1923’te İstanbul İngilizlerin Fransızların işgali altındaydı. Bunu da hiç kimse unutmasın! Biz 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nı imzaladık, buraya dikkatinizi çekerim, Yunanlılar’ı biz İzmir’de 9 Eylül 1922’de denize döktük. Sonra Lozan Antlaşması’nı imzaladık peki İstanbul’u bize ne zaman teslim etliler? Tarihte kronoloji çok önemlidir. Sıralamayı eğer kaybedersek bütün her şey birbirine karışır. Bize 6 Ekim 1923’te teslim ettiler İstanbul’u. Ve biz harben almadık İstanbul’u. Lozan Antlaşması’nı imzaladık ondan sonra teslim etile bizi İstanbul’u. Bunların bir şey anlatıyor olması lazım. Birbiri takip eden hadiselerin bize bir şey anlatıyor olması lazım. Resmi tarih olarak bir şablon oluşturulmuş ve herkesin bu şablona göre bir şey öğretmesi isteniyor. Peki biz bu işi gerçek yönüyle bilirsek ne olacak; ne kaybedeceğiz? Bana göre hiçbir şey kaybetmeyeceğiz tersine kazanacağız. Başıma ne geldiğini anlayacağız. Çanakkale’yi doğru anladığımızda neler kaybettiğimizi anlayacağız; nasıl kaybettiğimizi anlayacağız. Bir tarih bilinci oluşacak. Şu anda tamamen son derece yapay formel bir bilgi üzerine kurulu düşüncelerimiz. Yedi düveli yendik bu vatanı kurtardık. Yedi düveli yendik de 4.5 milyon kilometrekare olan devletimiz toprağı nasıl oldu da 780 bin kilometrekareye düştü? Benim düşüncelerim bu yönde.

Resmi tarihle oluşturulan yanlış bir tarih algısı olduğunu söylediniz. Neden böyle yapılıyor; Çanakkale Savaşı neden böyle değerlendiriliyor?

Çünkü Cumhuriyet’in resmi ideolojisi bu şablon üzerine kurulu.

Kafamda şöyle bir tarih şablonu var benim: Osmanlı sürekli çöküşe doğru gidiyor bir noktadan sonra da Cumhuriyet sürekli ilerleme kaydediyor.

Hayır, böyle bir şey yok! Şimdi ben yakınlarda kafamı çok meşgul eden bir konuyu burada da söylemek isterim. Biz millet olarak, aydınlar olarak işimize yarayacak birçok bilgiyi ya bilmiyoruz ya göz ardı ediyoruz ya da değerlendirmeye almıyoruz. 1. Dünya Harbi’ne biz girdik. Osmanlı’nın girmemesi gereken bir harpti. Birçok kişi girmek mecburiyetindeydik diyor. Neden mecburduk ki böyle bir şeye? Ayrıca şunu söyleyeyim ben size Çanakkale ile ilgi olarak: Diyelim ki 18 Mart’ta İngiliz donanması geçti Boğaz’ı ve İstanbul önlerine geldi. Ne yapacaktı? 1807 yılında Napolyon Moskova kapılarına dayandı. Bizde Padişah Sultan III. Selim Han.Yine aynı maksatla İngilizler, biliyorsunuz Almanlar karşısında sıkışan Ruslara yardım etmek için 1915’te de Boğazları geçmek istediler. Maksatları buydu, 1807 yılında da Napolyon’a yardım etmek isteyen İngilizler yine Boğaz istihkâmlarının, muhafızlarının zafiyetinden yararlanarak Amiral Duckworth komutasındaki 12 kalyonla Boğaz’ı geçip, İstanbul önlerine, Kızıl Adalar’(o zaman adaların ismi bu)ın oraya demir attılar. Bütün İstanbul hemen tertibat aldı. Surlar sağlamlaştırıldı, tabyalar kuruldu, tüm halk silahlandı. Amiral Duckworth geldi, bir iki görüşme yaptı. Tam olarak ne kadar kaldılar hatırlamıyorum ama zannediyorum bir hafta on gün orada kaldılar. Bizim ise onlara karşı koyacak gücümüz yoktu. Donanmayla karşı koyamadık. Ama Amiral Duckworth birkaç top attı, sonra çekti gitti. Giderken üç tane kalyonu battı Çanakkale Boğazında. Bizimkiler, Çanakkale Boğaz savunması batırdı. Mayın yok o zaman, 1915’te mayın var, ama o zaman mayın yok. Çok müsait bir rüzgârla hızla girdiler Boğazdan. Fakat çıkarken öyle olmadı, büyük kayıp verdiler. İngilizler bu meseleyi biliyorlar tabi. Çanakkale harekâtına karar vermeden önce 1909 yılında İngiliz Genelkurmay’ı gerektiğinde Boğaz’dan geçmenin ne tür riskleri ve faydaları var diye geniş bir çalışma yapmış ve şuna karar vermiş: Çanakkale Boğazı’nı gemiyle zorlayarak geçmenin hiçbir faydası yok. Niye? Çünkü diyelim ki 18 Mart’ta geçtiler ve 40-50 zırhlı Marmara’ya girdiler, hatta İstanbul önlerine kadar da geldiler. Bu 40-50 zırhlının içinde 30-40 bin personel var.  Bunların iaşesi var, su ihtiyacı var, lojistiği var. Bunları nerden ikmal edeceklerdi? Bu soruyu kimse sormuyor şu anda. Çanakkale Harbi konuşulurken hiç kimse bu soruyu sormuyor. Diyelim ki bu ihtiyaçları İstanbul’dan karşılayacaklar. Peki, yapabilirler miydi? İstanbul’u zorla işgal edeceklerdi. Peki, İstanbul eli kolu bağlı duruyor muydu? İstanbul’da aynı 1807 yılında olduğu gibi silahlı bir ordu ve ona göre de tertibat vardı. İstanbul’u ele geçirip, bu donanmanın iaşesini, ikmalini yapmak bu kadar kolay mıydı? Diyelim ki İstanbul’u bir şekilde tazyik ettiler, zorladılar. Peki, İstanbul’dan yukarı, İstanbul Boğazı’ndan nasıl geçeceklerdi? İstanbul Boğazı daha dar, Çanakkale’ye göre. Daha fazla tahkim edilmişti. Nasıl geçeceklerdi? Rusya’ya nasıl yardım götüreceklerdi?

1915’teki deniz harekâtında onların ikmal üssü İskenderiye’ydi, Mısırdaki. İkinci üs Midilli adasıydı. Ama asıl üs İskenderiye’ydi. Peki, İskenderiye’ye nerden gidip geleceklerdi bu insanlar? Yani şunu demek istiyorum, İngilizlerin Çanakkale’de yaptıkları harekât, bana göre bizim kuvvetlerimizi orada tutma harekâtıdır. Gücümüzü orada tüketme,  zayıflatma harekâtıdır. Geçme harekâtı değildir. Bu konuda başka ip uçları da var; onları da anlatayım ben size.  II. Dünya Savaşı’nda Yalta Konferansı’nda, hatta bu konferansta Churchill, Roosevelt ve Stalin üçlüsünün birlikte çektirdiği fotoğrafları vardır bilirsin, bu konferansta Stalin, Churchill’e “Bize gelip I. Dünya Savaşı’nda da yardım etmediniz.”diyor. Çok sıkışmıştık gelip yardım etmediniz; Boğazlardan gelip yardım etmediniz, diyor. Churchill, buna karşılık “Biz Boğazları geçemedik.”demiyor. Şunu söylüyor: Biliyorsunuz Çanakkale harekatını ben başlatmıştım ama savaşın devamında ben bakanlıktan istifa etmiştim.”diyor. yani biz Çanakkale’yi zorladık ama geçemedik gibi bir ifade yok. Bunları Amerikan Dış İşleri’nin kayıtlarından Cemil Koçak ve ekibi deşifre ederek uzun uzun yayımladılar. Dikkatimi çeken bir şey daha var bu konuda:  Çanakkale Savaşı’nda İtilaf devletlerinin komutanı General Sir İan Hamilton. O hatıralarında, ben ne zaman takviye kuvvet istediysem hiçbiri vaktinde gelmedi diyor. Halbuki vaktinde gelebilirdi, niye böyle olduğunu anlamadım, diyor. Yarbay Şefik Bey’in hatıralarında bir ip ucu var. Çanakkale Savaşı’nda Türk askerinin başında komutan olan Liman von Sanders “Düşmanı denize atmak değil, düşmanı orada tutmak bizim hedefimiz olmalıdır.” diyor daha savaş başlamadan. Yani iki tarafın da hem İngilizlerin hem de Almanların Çanakkale’de maksadı çakışıyor gibi. Şefik Bey’de bunu tenkit edici mahiyette ifadeler kullanıyor. Ordu komutanının maksadı buydu bize de bunu ifade etti diyor. Nitekim böyle de oldu. 8,5 ay biz orada 8-10 metrelik siperlerle karşı karşıya boğuşup durduk.

O halde, niçin bizi Çanakkale Savaş’ı ile meşgul etmek istiyorlardı?

Çünkü biz Mısır’da kanal harekâtını başlatmıştık. Ayrıca Sarıkamış hüsranından sonra Kafkaslarda tekrar toparlanıp Ruslara karşı savaşıyorduk. Galiçya’da Ruslar zor durumdaydı. Biliyorsunuz, Irak Kut’ül Ammare’de General Townshend komutasındaki 10 bin İngiliz askerini esir aldık. General Townshend de dâhil. O General Townshend harbin sonuna kadar Büyükada’da esir olarak kaldı. Yani İngilizler Irakta ilk başta yenildiler. Basra’dan Bağdat’a doğru gelirken, Kut’ül Ammare arada zaten, meşhur Kut savaşında yenildiler. İşte buralardaki gücümüzü dağıtmak için Çanakkale’yi zorladılar. Bir de müttefikleri Ruslara, tamam biz geliyoruz, demek için. Bizim orada yaptığımızın başarı olmadığını söylemek istemiyorum bunlarla. Ama karşımızdakinin maksadını da iyi bilmek lazım. Onu da görmek lazım. Nitekim Gelibolu ve Çanakkale muharebeleri konusunda İngilizlerin en yeni çalışması Peter Hart ve Nigel Steel diye iki tane savaş tarihçisine ait çalışmalar. İşte bu iki tarihçinin kitaplarına koyduğu isim şu: Yenilginin Zaferi. Şimdi burada Çanakkale muharebelerinde dikkatimi en çok çeken hususlardan biri de şu: İngiliz ve Fransız güçleri Gelibolu yarımadasında 8,5 ay savaştıktan sonra çekilirken İngilizlerin hiç kayıp vermemesi. Düşünün 250 bin kişilik orduyu çekiyorlar, üstelik Seddülbahir, Araburnu ve Anafartalar gibi dar bir alandan çekiyorlar ama tek bir zayiat bile yok. Tereyağından kıl çeker gibi. Nasıl oluyor bu iş? Bence bizim tarihçilerin bu konu üzerinde yoğunlaşıp bunu araştırmaları lazım. Ben buranın araştırılması gerektiği kanaatindeyim. Yani koca bir ordu tüm mühimmatı ile her şeyiyle çekiliyor ve bir zayiat vermiyor, ondan önemlisi bizimkiler hiçbir şekilde bundan haberdar olamıyor. Bunu benim aklım almıyor. Bu hep hayretimi mucip olmuştur. Yalnız burada bir konu var onu da kaydetmenizi isterim. Harbin başından sonuna kadar 3. Kolordu komutanı olan Esad Paşa var. Esad Paşa’nın hatıratları yayımlanmadı. Yayımlandıysa da sansürlenerek yayımlandı. Esad Paşa’nın hatıratında tahmin ediyorum bu sorulara cevap olabilecek bilgiler vardır.

İşin özü şu: Benim dilim bir türlü Çanakkale Savaşı’nın sonucuna “zafer” demeye varmıyor. Çünkü İstanbul’un işgalini bir türlü kabullenemiyorum. Yani böyle bir zafer olmaz. Bu bizim tarihimizi tersine çevirmektir. Olmaz yani! Hem payitahtın işgal edilsin hem bunu zafer olarak yâd et. Bu bizim nesillerimize doğruyu öğretmez. Doğruyu öğretmek bizim içimizdeki kahramanlığı köreltmez. Bana göre tersine, biler. Öğretmemek köreltir. Yani tuhaf bir sarhoşluk duygusu verir insana. İnsanoğlu da buna müsaittir. Düşünün, mesela iki futbol takımı diyelim ki karşılaştı. Birisi yenildi. Yenilen taraf neden yenildik diye oturur bakar. Hangi futbolcu hangi hataları yapmış, nasıl hatalar yapılmış, filmi takar bakar. Şimdi futbolcu o hataları gördü diye demoralize mi olacak? Değil! Bu çalışma onun  tekrar o hataları yapmamasını sağlar. Başka türlü o takım nasıl gelişecek? Milletler için de durum aynı. Tarihe böyle bir bilinçle bakmak lazım. Çanakkale ruhu bana bunu anlatıyor. Sadece Çanakkale ruhu da değil, orada Mohaç’ın ruhu var, Kosova’nın ruhu var, Niğbolu’nun ruhu var, hepsinin ruhu var yani orada. Yani bir günlük iş değil bu yahut bir savaşlık bir iş değil. Benim değerlendirmem böyle.

Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz…
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.