SON DAKİKA
Hava Durumu

SON OSMANLI

Yazının Giriş Tarihi: 08.05.2019 21:15
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.05.2019 21:15
Herkes ölümlüdür kuralına bağlı olarak, Son Osmanlı diye bilinen Kadir Mısıroğlu’da 6 Mayıs 2019 Pazartesi sabaha doğru 86 yaşında vefat etti. Cumhuriyetin tantanalı törenlerle kutlandığı onuncu yılında Trabzon/Akçaabat’ta doğmuştu. Çocukluk zamanı o havada geçmesine gelin görün ki dönemin iktidarına karşı zerrece bir yakınlığı olmamıştı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Hukukla ilgili bir mesleği olmadı. Yazmayı bir meslek olarak seçti. Yazdıkça hakkında davalar açıldı. Davalar açıldıkça o yazmaya devam etti. Ömrünü bir karantina hayatı şartlarında geçirdi. Hukuk okuması bu davalarda kendisinin en büyük yardımcılarından oldu.

Yayınlanmış olan kitaplarının sayısı altmış tanedir. Bir dönem gazetecilik gibi olayların akışı içinde insan ömrünü törpüleyen işlere, gurbet hayatına rağmen bu kadar eseri yazabilmiş olması önemli bir başarıdır. Hatıra ve hikaye niteliğinde dört kitabı dışındaki bütün yazdıkları tarihle ilgilidir. Kendini tarihe adamış olarak bir ömür yaşamıştır. Elbette en çok ilgilendiği dönem Tanzimat sonrası özellikle Milli Mücadele dönemi ve tek parti hegemonyasının kapkara bir bulut gibi Türkiye semalarını kararttığı zamandır.

Akademisyen olmayışı üniversite çevrelerinde yeterince karşılık bulmasına engel olmuştur. Elbette yazdıkları itibarı ile zaten Türkiye’de hiçbir üniversitede akademisyenlik yapamazdı. Tek parti dönemi hegemonyasının üniversitelerde katmerli bir şekilde devam ettiği alan Sosyal Bilimler özellikle de Tarih alanı iken onun üniversitede bir akademisyen olması mümkün olmamıştır.

Mısıroğlu’nun yazdıklarının en zayıf tarafı diye sürekli “tarafsızlık kuralına dikkat etmediği” tekrarlanmıştır. Evet Mısıroğlu’nun yazdıklarında böyle bir zayıf taraf vardır. Ancak siyaset ve tarih konusunda yazanlar bu kurala sadık kalmış mıdır? Hayır kalmamışlardır. Mısıroğlu’nun açıkça korkusuzca eleştirdiği tek parti hegemonyası ve onun şeflerini sınır tanımaz bir şekilde savunanlar Mısıroğlu’nu da taraflı olmakla suçlamışlardır. 1965’te Yunan Mezalimi adıyla çıkan ilk kitabı yazı hayatının başlangıcı sayılırsa 64 yıllık bir yazı dönemi olmuştur. Bu süre içinde yazdıklarına bilimsel bir yöntemle ve içerikle kimse cevap vermemiştir.

Son beş altı yıllık zamanda ise daha çok “fesli, Akif’e sövdü, Selahaddin Eyyubi’ye hakaret etti, keşke Yunanlılar kazansaydı dedi” gibi suçlamaların hedefi olmuştur. Altmış tane kitabı basılmış birisinin bir cümlede sıralanan bu dört konu için mahkum edilmeye çalışılması Türkiye’de yazı hayatının hangi şartlar altında olduğunu gösteren ibretlik örneklerdendir. Günümüzde bile kalpaklı fotoğrafları evlerine, arabalarına asmayı marifet bilenlerin başka birisini “fesli” diye suçlaması oldukça eğlencelidir. O kalpak ki şapkalı işgalcilere ve şapkalı Yunanlılara karşı direnişçilerin sembolü idi. Denize döktük dedikleri Yunanlıların şapkasının Ankara’ya nasıl dönüp de iktidar gücüne ulaştığı ve fesi-kalpağı suç saydırdığından utanmak yerine “fesli” sözünü bir aşağılama bir suçlama nedeni olarak tekrarlamaktadırlar. Buna karşılık Mısıroğlu ise “ben bu fesi Kemalist olmadığıma dair bir tabela makamında taşıyorum. Ben Kemalist değilim olmaya da mecbur değilim.” Diyerek fesi niçin tercih ettiğini açıklamıştır. Ancak onu fesli diye suçlayan şapkalılar, şapkayı niçin ve hangi makamda örttüklerini hala açıklayabilmiş değillerdir.

Yazı hayatına Yunan işgallerini ve katliamlarını kitaplaştırarak başlayan birisini Yunan taraftarlığı ile suçlamak aklın vicdanın sınırları dışındadır. Yunanistan ile yaptıkları anlaşmalar ile Ege adalarını, Batı Trakya’yı Yunanistan’a karşılıksız verenleri, Yunanistan’ın Türkiye’ye ödeyeceği savaş tazminatını ona bağışlayanları, ihanet-fesat yuvası dedikleri Patrikhaneyi İstanbul’da bırakanları, 1930’da Türk-Yunan anlaşması ile 30 bin Rum’un Türkiye vatandaşlığına alınarak ticaret ve taşımacılık yapmalarına izin verilmesi işlerinin kahramanlarını alkışlayanlar Mısıroğlu’nu Yunan taraftarlığı ile suçlamıştır.

 

Mısıroğlu kendi anlayışına göre yaptığı bir karşılaştırmada, “Yunan işgalinin verdiği zarardan daha fazlasını 1922’den sonraki idarenin verdiğini” savunmuştur. Şeri mahkemelerin, şeri hukukun, halifeliğin kaldırılmasını, Alfabenin değiştirilmesini, şapka meselesini de bu savunmasının örneği olarak vermiştir. Herkes böyle bir kıyas yapmaya mecbur değildir. Ancak bu kıyas ile belirtilenlerin de görmezlikten gelinmesi işin Yunanistan taraftarlığı ile kapatılması da mümkün değildir.

Mısıroğlu’nun siyaset ve tarih tezlerinde Abdülhamit’in özel bir yeri vardır. Abdülhamit’in yanında ve karşısında olmak, Mısıroğlu için dostluk ve düşmanlık çizgisi kadar kesindir. Abdülhamit’e her zaman muhalif olan Mehmet Akif Ersoy da işte bu yüzden Mısıroğlu’nun ağır eleştirilerine maruz kalır. İlginçtir ki genelde muhalif bir mizaca sahip olan Mehmet Akif de her dönemin iktidarına karşı “mutedil bir muhalefetin sahibi” iken Abdülhamit söz konusu olunca mutedilliği kaybolur. Ona karşı oldukça hırçın ve ağır bir dil kullanır.

Yüz yıldan beri Türkiye’yi şekillendiren Kemalist anlayış konusunda Mısıroğlu bir külliyat bırakmıştır. Bu külliyata karşı da elle tutulur, seviyeli, ciddi bir cevap verilebilmiş değildir. Kemalist çizgiyi ve uygulamalarını anlamak isteyenler için Mısıroğlu’nun külliyatı bir imkândır. Türkiye’de devlet zoruyla ve imkânlarıyla icat edilen mitolojiye karşı bir ömür boyu bıkmadan, yılmadan ve korkmadan gerçeği haykırmış birisi olan Mısıroğlu’na Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.