SON DAKİKA
Hava Durumu

TAŞ KIRILDI TUNÇ ERİDİ

Yazının Giriş Tarihi: 07.05.2021 17:19
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.05.2021 17:19

Milliyetçi çevreler 3 Mayıs gününü “Türkçülük Bayramı” ya da “Türkçülük Günü” olarak kutlarlar. Bu günün ortaya çıkışının da ilginç bir öyküsü vardır. Türkçüler kendi görüşlerini anlatmak için milliyetçi kavramını tercih etmiştir. Yusuf Akçura 1904’de yazdığı “Üç Tarzı Siyaset” te bazı sakıncalarının yanında, İslamcılık ve Osmanlıcılık görüşlerine karşılık Türkçülüğün daha gerçekçi bir yol olduğunu savunmuştu.


Belki bu görüşün bir sonucu olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de iktidarda olmasının verdiği ilham ile 1912’de Türk Ocağı kurulmuştu. Kurucular arasında Yusuf Akçura da vardı. Ocak Türklerin tarihini, edebiyatını, kültürünü araştırmayı, Türkler arasında ortak bir görüş geliştirmeyi kendisi için görev bilmişti.
Tek parti iktidarı ile birlikte bütün kurumlar resen içerik değişimine uğradı. Türklüğün tanımı da değişmiştir. Türk Ocağı tüzüğünün ikinci maddesi 1927’de değiştirilip ocağın faaliyet alanı TC ile sınırlandırılmıştır. Türkiye sınırları dışında kalan Türklerle ilgili bilimsel bir araştırma yapıp yayınlamak dahi, SSCB Ankara elçisinin uyarısından dolayı ocağın faaliyetleri arasından çıkarılmıştır. Böylece, Kemal Paşa’nın tam bağımsızlık siyasetinden Türk Ocağı bile nasibini almıştı.
1931’de Kemal Paşa bir adım daha atarak Türk Ocağını kapattırdı. Ocak varlığını Halk Evlerine armağan ettiğinden, O’nun yerine Halk Evleri kurulmuş oldu. Halk Evlerinin kurucuları arasında da Yusuf Akçura vardı. Halk Evlerinin varlık nedeni ise elbette Türklerin tarihi, edebiyatı ve kültürünü araştırmak gibi dönemin şartlarında bazen önemsiz bazen gereksiz görülen konularla meşgul olmak yerine Kemal Paşa’yı Türk halkına tanıtmak, tek parti yönetiminin Türk halkı için taşıdığı mana ve önemi kavratmak  gibi çok daha önemli bir görevi üstlenmişti. Ocak ise ikinci defa 1944’de kurulmasına İnönü izin verdiği halde, Kemal Paşa’ya olan platonik bağlılığını sürdürdü. Kendini kapatan bir yöneticiye bağlılığın bir örneğini vermesinden dolayı Türk Ocağı kendi alanında dünyada fedakarlığın tarifsiz örneğini vermiştir.


1925’den itibaren Kemal Paşa’nın, Ankara’da çok özel misafiri Eugene Pittard olmuştu. Fransız asıllı ama İsviçreliydi. Türklerin “mavi gözlü, sarı saçlı, brekisefal kafa yapısından ve en önemlisi de beyaz ırktan olduklarına” Kemal Paşa’yı ikna etmişti.


Pittard’ın sahibi olduğu bu tezin önemli sorunu ise “Türklerin Asyalı olması ve Anadolu’ya sonradan gelmiş” olmalarıydı. Tarih döneminde adları duyulan Firig, Hitit, İon, Lidya, Sümer ve Urartu gibi topluluklar, Türk tanımının neresinde olacaklardı? Pittard buna da çözüm bulmuştu. Aslında Türklerin anayurdu Anadolu’ydu, adı geçen topluluklarda Türk’tü. Türkler Anadolu’dan Orta Asya’ya göç etmişlerdi.


Pittard’ın tarih görüşü; Kemal Paşa’nın fikirleri olarak Afet İnan tarafından Temmuz 1932’de Birinci Türk Tarih kongresinde okunmuştu. Zeki Velidi Togan bu teze itiraz etti. Ağır hakaretlere uğradı. Türkiye’yi terk edip Viyana’ya gitmek zorunda kaldı. Kendini ancak Viyana’da savunabildi. Togan kongreyi bilimsel bir zemin olarak düşünmüş, kendi görüşlerini de özgürce savunmaya çalışmıştı. Bunun ağır bedeli olacağını ya hesap edememiş ya da göze almıştı.


Böylece Tarih Kongresinde, Kemal Paşa’nın Tarih görüşleri “Türk Tarih Tezi veya Kemalist Tarih Tezi” TTK/KTT) olarak kayıtlara geçmişti. Kemal Paşa, Harb Okulu’nun piyade bölümünden mezun olmuştu. Tarih dersi de okumuştu. Ancak yine de tarih tezi geliştirecek bir donanıma sahip değildi. Bu teze göre  Firig, Hitit, İon, Lidya, Sümer ve Urartu gibi topluluklar Türk olmuştu. Türklerin İslamiyet sonrası dönemlerinde ortaya çıkan, Karahanlı, Gazneli Selçuklu ve Osmanlılar ise “Türkleri geri bırakan Arap Kültürünü benimseten karanlık devirler” olmuştu. Özetle KTT’de Selçuklunun, Osmanlının yeri yoktu ama Firig, Hitit, İon ve Urartuların yeri müstesna yerleri vardı.


Milliyetçi faaliyetler, eskiden beri SSCB’nin itirazları ile karşılaşmıştı. Bu yüzden Kemal Paşa, önce Türk Ocağı’nın tüzüğünü değiştirmiş sonra kendisini kapatmıştı. Türkiye’nin dışında Türklerin varlığının hatırlanması kemalizme, onun yurtta ve dünyada barış politikasına uygun değildi. Türkistan, Kafkasya, SSCB işgalindeydi. “Oralarda Türk var” gibi sözler SSCB ile dostluk ve barış politikasına zarar veriyordu. Şef İnönü’de kemalizmin bu tam bağımsızlık siyasetine sadık kalmıştı. İzin verir gibi olduğu milliyetçi faaliyetlerin üzerine 3 Mayıs 1944’de hışımla yürümüş, aralarında Togan, Atsız, Türkeş gibi isimlerin olduğu grubu “Turancı olmakla” suçlayıp ağır işkencelerden geçirmişti.


Kemalist geçmişi sahiplenme, o geçmişin mağdurları olanlara haksızlıktır. Milliyetçi, Türkçü çevreler bu çelişki ile ancak Kemalist kapana yakalanmış oldular. Altı oktan birisinin milliyetçilik olması bu gerçeği değiştirmez. CHP’nin başlangıcında yer alan dokuz umde de (dokuz ilke) İslam’a, Halifeye bağlılık da vardı. Oysa Kemalist jargonda İslam irticadır, Halife ise en önemli iç düşmandır. Altı oktaki milliyetçilik dönemseldir ve o milletin tanımı ise KTT ile yapılmıştır. Türklük için Ümmet anlayışını zararlı görenlerin, Urartu, Hitit, İon, Firigleri ata saymaları, içlerine sindirmeleri akıl yolundan temelli ve bir daha geri dönülemez şekilde ayrılmaktır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.