SON DAKİKA
Hava Durumu

"Türkçüler günü"

Yazının Giriş Tarihi: 04.05.2022 22:13
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.05.2022 22:13

Medyada yeteri kadar yer almayışına, toplumun büyük kesimi ilgisiz kalmış olmasına karşılık yine de toplumun bir kesimi tarafından her yıl üç Mayıs günü, “Türkçüler günü” olarak kutlanmaktadır. Bin yılı aşan bir süreden beri Anadolu’nun, Türklerin yurdu olmasına karşılık 3 Mayıs 1944’ün Türkçüler günü olarak seçilmiş olmasında nasıl bir farklılık bulunabilir?


Nihal Atsız, Orhun adıyla yayınladığı dergide, 20 Şubat 1944 ile 21 Mart 1944’de dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben yazdığı mektubunda “yıkıcı hareketlerin engellenmesinin hükümetin görevi olduğunu buna karşılık hükümetin bu mesele üzerinde ciddiyetle durmadığını, tescilli komünist Sabahattin Ali’nin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel tarafından kayrıldığını” ileri sürüp hükümeti ağır şekilde eleştirmiştir. Atsız mektubunda, komünizmi “yıkıcı hareket” diye adlandırmıştır.


Atsız’ın mektup yazdığı Başbakan Saraçoğlu 5 Ağustos 1942’de TBMM’de yaptığı konuşmada; “Arkadaşlar! Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal (en az) bir o kadar da bir vicdan ve kültür meselesidir” demiştir. Saraçoğlu’nun bu konuşması milliyetçi çevrelerde büyük bir heyecana ve sevince yol açmıştır.


Saraçoğlu’nun bu cümleleri söylediği zamanda Almanya İkinci Dünya Savaşı’nın galibi durumundadır. Bu dönemde CHP’li Türkiye hükümeti de alışılmışın ötesinde Türkçüdür. Ne zaman ki Almanya yenilmeye başlandı ve SSCB askeri başarılar elde etti, Türkiye hükümeti de milliyetçiliği/Türkçülüğü kerih görmeyi tercih etmiştir. Hükümetin savaşın seyrine göre değişen tutumunu muhtemelen Atsız ya görmemiş ya da önemsememiştir. SSCB’nin başarılarına göre değişen hükümet tercihinin sonucu olarak, Hasan Ali Yücel’in Sabahattin Ali gibileri kayırdığına dikkat etmemiştir. Hasan Ali Yücel’in kişisel bir tercihi sayarak onu Başbakan Saraçoğlu’na şikayet etmiştir.


Atsız’ın mektubundan sonra, Sabahattin Ali’nin şikayeti üzerine Orhun dergisi kapatılıp dergi piyasadan toplatılmıştır. Atsız ve arkadaşları hakkında “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçundan dava açılmış, davanın kendisi de “Irkçılık-Turancılık Davası” diye adlandırılmıştır. Sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen, davanın ikinci duruşmasının yapıldığı gün 3 Mayıs 1944 günü ise İstanbul ve Ankara’da “Komünizmi telin” mitingleri ile bu arada Orkun’un kapatılıp hakkında dava açılması protesto edilmiştir. Protesto gösterilerinden sonra aralarında Zeki Velidi Togan, Ali İhsan Sabis, Alpaslan Türkeş, Hasan Ferit Cansever, Nihal Atsız, Nejdet Sançar, Hüseyin Namık Orkun, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan, Peyami Safa, Said Bilgiç ve Hikmet Tanyu’nun da bulunduğu çok sayıda milliyetçi görüş mensupları tutuklanmıştır.


Tutukluların arasında meslek ve yaş ayırımı yapmadan hemen hepsi uzun süreli ve sistemli bir işkenceden geçirilmişlerdir. Günlerce aç susuz bırakmak, sıkça dövmek, dövülenleri seyrettirmek, şakaklarına tabanca dayayıp tehdit etmek, içlerinden lağım sularının aktığı hücrelerde tutmak gibi değişik işkenceler yapılmıştır.
Tutukluların konulduğu ve adına tabutluk denilen hücreleri Alpaslan Türkeş şöyle anlatmıştır. “Bu beton oyukların duvarlarından içine sokulanları, belinden ve kollarından duvara bağlamak için demir prangalar vurulmaktadır. Ayrıca oyuğun tepesine üç adet beşer yüz mumluk ampül konulmuştur. Bazı tutukluların tabii ihtiyaçları için dahi kapı açılmaz, perişan bir duruma düşmeleri sağlanırdı.”

Atsız 1946’da Kür Şad dergisinde bu olayları “birkaç bin meçhul Türk gencinin yaptığı iş” olarak belirtmiş, bu gençlerin Türkçülük tarihinde önemli ve hususi yerleri olduğunu” yazmıştır. Yine Atsız bu 3 Mayıs 1944 olaylarını daha sonra 1974’de  “Milli şuurun ayaklanması” diye nitelendirmiştir. Ömer Özcan ise 3 Mayıs 1944 olayını “Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi” gibi oldukça iddialı bir değerlendirmede bulunmuştur. (Türk Yurdu dergisi, Mayıs 2011, S.285)
Tutuklular bütün bu işkencelerin sonunda hüküm giymiş oldukları dava, Askeri Yargıtay tarafından tutukluların lehine bozulmuştur. Benzeri nedenlerle tutuklanmış olanların ordudan ihraç edilmelerine karşılık Piyade Üsteğmeni Alpaslan Türkeş, yeniden ordudaki görevine dönmüştür.


Böyle bir geçmişi olan Türkeş, kendisi de darbecilerden birisi olarak, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra, Demokrat Partili tutuklulara her türlü insanlık dışı işkencelerin yapılmasına hiçbir itirazda bulunmamıştır. Vaktiyle kendisine ve arkadaşlarına karşı işlenen işkence suçlarının, daha fazlasının Demokrat Partililere yapılmış olmasını bir sorun olarak görmemiştir.


3 Mayıs 1944 ve takip eden günlerde yaşanan olaylar milliyetçi çevrelerde CHP’ye karşı bir kırılmaya tarihi bir yanılgıya neden olmuştur. 3 Mayıs 1944’e kadar CHP eliyle özellikle ilk genel başkanı Kemal Paşa tarafından yapılanlar ya sempatiyle ya da suskunlukla geçiştirilmişken, Türkçülük adına CHP’ye yöneltilen bütün muhalefet ikinci genel başkan İnönü dönemiyle sınırlandırılmıştır. Milliyetçi çevrelerde ortaya çıkan bu yanılgı, çelişki günümüzde de büyük ölçüde etkisini sürdürmektedir. Bir çelişki ve tutarsızlık örneğidir. Türklerin bütün tarihi birikimlerinin çöpe atıldığı döneme karşı sempati ifade edilirken muhalefeti İnönü ile sınırlı tutmak o birikimlere karşı işlenen suçlara da ortak olmak anlamına gelir. Buna karşılık Müslüman olmadığı bilinen Atsız’ın CHP’yi birinci ve ikinci gene başkan ayırmadan yaptıklarını eleştirmesi daha tutarlı ve ilkeli bir içeriğe sahiptir. (Alpaslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, İstanbul 1968; Mustafa Müftüoğlu, Çankaya’da Kâbus 3 Mayıs 1944, İstanbul 1974)

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.