SON DAKİKA
Hava Durumu

Türkiye, Musul katliamına seyirci kalmamalı

Yazının Giriş Tarihi: 08.10.2016 23:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.10.2016 23:05
Osmanlılar Mondros Mütarekesi ile 30 Ekim 1918’de Birinci Dünya Savaşından çıktıklarında Musul 6.Ordunun elindeydi. Ama İngilizler saldırılarına devam etti ve 15 gün içinde Musul’u işgal etti. O zaman Musul adı, Süleymaniye, Erbil, Kerkük ve Dohuk il ve ilçelerini de kapsamaktaydı. Türk tarafı İngilizlerin bu işgalini tanımadığını ilan etmişti. Daha sonra İstanbul’da toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi’nin aldığı Misakı Milli kararında da Musul Türkiye’den sayıldı.

1921’de Özdemir bey komutasında ki birlikler İngilizlere karşı Musul çevresinde önemli başarılar elde etmişti. Lozan görüşmelerinin birinci bölümü Musul anlaşmazlığı nedeniyle kesildi. Görüşmelerin ikinci bölümündeyse, Musul’un ikili görüşmeler yoluyla Türkiye İngiltere arasında çözülmesi yönünde bir kararla anlaşma dışında tutuldu ve Lozan Anlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı. 1924’te İstanbul’da Haliç Konferansı ile başlayan ikili görüşmelerden de sonuç çıkmadı. Konu Milletler Cemiyetine götürüldü. Cemiyet günümüzün Birleşmiş Milletlerine muadil olan bir kuruluştu. Oradan da İngiltere’nin isteğine göre bir karar çıktı. Türkiye bu kararı tanımadığını ilan etti. Bu arada Şeyh Said İsyanı bastırıldı.

5 Haziran 1926 sabahı olduğunda Mustafa Kemal Paşa’nın Musul’u “İngiltere’ye verdim gitti” demesiyle Musul hikayesi bitmiş oldu. Ankara Anlaşması imzalandı. Türkiye sekiz yıldır Musul’da ki bütün iddialarından vazgeçmiş oldu. Karşılığında bir şey mi almıştı? Hayır almadan vazgeçmişti. Türk basınında o günden başlayarak bu anlaşmayı eleştiren bir yazı bir haber uzun bir dönem görülmedi duyulmadı. Musul’da ki Arap ve Kürtlerin yanında Türkmenler de yok sayıldı, onların siyasi kültürel hakları ile ilgili hiçbir madde anlaşmada yer almadı. Sadece isteyen Türkmenlerin iki ay içinde Türkiye’ye gelmeleri halinde vatandaşlık verileceği hükmü yer aldı.

Musul çevresinde ki Türkmen varlığını bitiren son karar da 1 Mart 2003’te Irak’a asker gönderilmesini öngören tezkerenin TBMM’de reddedilmesiyle gerçekleşti. ABD batılı müttefikleriyle Irak’ı işgal etti, Kürt bölgesini federe devlet saydı, Irak’ı İran bağlısı Şii hiziplere bıraktı. Şii ve Sünni Araplar arasında tarihte benzeri görülmeyen çatışmalar yaşandı. Ordu ve polis güçlerinin Şii hiziplerin elinde olması ABD’nin desteği ile Sünnilerin direnişi ezildi. ABD Irak’tan çekildiğinde Irak, artık İran denetiminde bir ülke durumuna gelmişti.

İşgalle başlayan direniş içinde oluşan Tevhid ve Cihad Örgütü Suriye iç savaşında yakaladığı fırsat ile büyüme ve yayılma imkanı buldu. Adını da IŞİD olarak değiştirdi. Haziran 2014’te bir gün içinde Musul’u Irak Hükümetine bağlı birliklerden teslim aldı. O günden beri Musul’un IŞİD’den nasıl teslim alınacağı planları hazırlıkları yapıldı. ABD, kendisini İran ile birlikte bütün Irak’ın sahibi saydığından Musul hazırlıklarını da ona göre yapıyor. Irak ordusu neredeyse tümüyle Şii Araplardan ve Şii gönüllü milislerden oluşmaktadır. Felluce gibi Sünni Arap nüfusun meskun olduğu alanlar IŞİD’den alındığında, Moğol işgal dönemini unutturan katliamlar Haşdi Şabi gibi Şii Milisler ve Irak Ordusu tarafından yapıldı. Şehir yıkıldı binlerce insan sokak aralarında kurşuna dizildi.

Felluce ABD’ye karşı en uzun süre direnen şehir olduğundan önce ABd sonra Şii milisler tarafında büyük bir kıyımdan yıkımdan geçirilmiş oldu. Şimdi benzeri bir felaketle Musul şehri karşı karşıyadır. 2015 Martında, Bağdat hükümetinin kararı ile Türkiye Musul yakınlarında Başika’da tesis ettiği bir

askeri üsle Musullulara askeri eğitim vermektedir. Musul operasyonu başlamak üzere iken ABD ve İran’ın kışkırtması ile Bağdat hükümeti, Türkiye’yi Birleşmiş Milletlere şikayet ederek Başika’da ki üssün kapatılmasını Türk askerlerinin geri çekilmesini istemektedir. Bağdat Hükümetinin İran ve ABD elinde bir kukla olduğu hatırlanırsa bu istek elbette İran ve ABD’nindir. Özetle ABD ve İran Türkiye’nin her hangi bir şekilde Musul operasyonuna katılmasını engellemeye çalışmaktadır.

ABD Irak’ın petrollarindeki ortaklığını garantiye almanın sonunda Irak’ı dolaylı olarak İran’a teslim etti. İran ise kendisine bağlı Şii Milisler ve Irak’a gönderdiği paramiliter çeteler aracılığı ile Irak’ın Sünni Araplarına karşı görülmemiş bir soykırım yapıyor. İran katliamlarına yöneltilen her eleştiriyi de “mezhepçi” olmakla suçluyor. Özetle mezhepçi olmamanın tek şartı İran’ın sevk ve idaresinde gerçekleşen katliamlara yıkımlara muhalefet etmemektir. Türkiye ise bu katliamlara muhalefet ettiği için “mezhepçi olmaktan kurtulamıyor.

Türkiye 90 yıl önce yüz üstü bıraktığı Arap Türkmen ve Kürtlere karşı sorumluluklarını hatırlayarak, Bağdat hükümeti ile anlaşma sonunda kurmuş olduğu Başika üssünü boşaltmayacağını dolayısı ile Musul operasyonunda fiilen olacağını, Musul’da ki katliamlara seyirci kalmayacağını göstermiş oldu. PKK unsurlarının bu bahaneyle Musul çevresinde yeni alanlara kavuşması da ancak Türkiye’nin orada varlığı ile engellenebilir.
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.