SON DAKİKA
Hava Durumu

Türkiye'nin komşularından farkları

Yazının Giriş Tarihi: 14.12.2016 21:23
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.12.2016 21:23
Türkiye’de her nedense resmi törenler, önyargıların, yalanların, iki yüzlülüklerin en çok revaçta olduğu günlerdir. Yaşını başını almış insanların, bir ömür boyu belki inanmadan tekrarladıkları klişeleri bir daha yüksek sesle bağırmalarıdır. İşin tuhafı insanların yaşı ilerledikçe bu işleri kanıksamalarıdır. Gerçeğin kendi tekrarları ile sınırlı olduğunu zannetmeye başlamalarıdır.

Bu tekrarların başında laiklik hakkında söylenenler gelmektedir: “demokrasi ancak laik bir düzende olabilir, demokrasi ancak laiklikle var olabilir.” Oysa Türkiye tarihi bu iddiaların aksi örneklerinden oluşmaktadır. Bir defa demokrasi kavramını hatırlatan özgür bir ortamın kendini hissettirmesi ile birlikte aynı çevrelerin “laiklik elden gidiyor” feryatları da yükselmektedir. Demokratik tutumların, söylemlerin, “laiklik karşıtı, gericilik” diye mahkum edildiği de bilinmektedir. Belki başka ülkelerde laiklik ile demokrasi kavramlarının yan yana düşünülmesini mümkün kılan örneklere rastlanabilir. Ancak Türkiye tarihinden benzeri bir örnek bulmak çok zordur.

Hatırlanmalıdır ki laiklik Avrupa’da bir sınıf mücadelesi sonunda ortaya çıkmıştır. Ruhbanın ayrıcalıklı ve hakim konumuna diğer sınıfların itirazları ve ruhbanı kanlı savaşlarla alt etmeleri sonunda, hakim konumdan uzaklaştırmaları ile laiklik oluştu. (Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yayınları, Tarihsiz) Türkiye tarihinde ise benzeri bir sınıf mücadelesini duyan gören olmamıştır. Sosyal olayların sebep sonuç ilişkileri içinde ele alınması kuralı da burada yoktur. Sınıf mücadelesi olmayınca bu mücadelenin sonucunu Türkiye tarihinde aramak büyük bir yanlıştır.

Türkiye’de ders kitaplarına bile konu olduğu şekliyle 1924-1937 arasında yapılan idari ve hukuki değişimler laikliğin alınması yerleştirilmesi olarak görülmektedir. Bu dönem de halk büyük bir yoksulluk içinde ve baskı altındadır. Halk adeta bir beka sorunu yaşamaktadır. Laik düzeni isteyecek bir mecali bile yoktur.

Halk laik bir düzeni istediğini veya istemediğini nasıl ortaya koyacaktır? Her çeşit örgütlenme yasaklanmış ise özgür seçim, özgür muhalefet, özgür basın yok ise halkın isteği nasıl anlaşılacaktır? Tek adam yönetimlerinin dünyaya bir hava atma aracına dönüştürdüğü göstermelik referandum bile dönemin Türkiye’sinde yapılmamıştır. Zaten milli hakimiyet’te “bir kişinin hakimiyeti” olarak anlaşılıp uygulanmıştır. Dönemin şartları içinde milli hakimiyetten söz etmenin de imkanı yoktur.

Türkiye’de “laikliğin alınması yerleştirilmesi” uygulamalarına bakıldığında, “okullarda İslam’i eğitimin kaldırılması, hafta tatilinin pazara alınması, şer’iye mahkemelerinin kapatılması, şer’i hukukun kaldırılması, tek tip kılık kıyafete zorlanması, her çeşit İslami yayının engellenmesi, hacca gidişin yasaklanması, ezanın Türkçeleştirilmesi, devletin dini İslam’dır cümlesinin anayasadan çıkarılması ve sonunda devletin laik olduğunun yazılması” aşamalarıdır. Bütün bu aşamaların çok farklı açıklamaları olabilir ancak din ve vicdan özgürlüğü ile demokrasi ile açıklanması kolay değildir.

Üstelik bütün bu uygulamaları “insan hakları” kavramı ile de bir arada düşünmek mümkün değildir. Çünkü bir insana örgütlenme, inandığı gibi ibadet etme, düşündüklerini açıklama hatta istediği gibi giyme hakkı bile verilmemiş ise başkalarına “laiklik ile insan hakları korunur” denilebilir ise de böyle bir insana bu denilemez. Çünkü böyle bir iddia bütün bu baskılara maruz kalan insana, sen baskı görmedin, iyi günde yaşadın ama bunları anlayacak kadar akli yeterliliğin yoktur demeye benzemektedir. Böylesi baskıların altında ezilmiş insanı ayrıca aşağılamadır. Ancak dönemin Türkiye’sinde geçerli mantığa yönetim anlayışına uygun bir aşağılamadır. Çünkü milli hakimiyet, bir kişinin hakimiyeti sayıldığından önemli olan o bir kişinin iradesidir, öngörüsüdür, gerisi önemsizdir, değersizdir.

Avrupa’da laikliği oluşturan temel nedenlerden birisi de dinler mezhepler arasında ki savaşlara bir çare bulmaktır. Aslında Avrupa’da mezhepler arasında kıya sıya savaşın çıkması da ruhban egemenliğinin bir sonucudur. Çünkü ruhban yeni mezhepleri geçerli saymadığı gibi onların bağlılarına da hayat hakkı tanımıyordu. Eski Katolik Mezhebi kadar yeni mezhepler de (Protestanlık, Kalvenizm gibi) var olmak istemişlerdi. Avrupa nüfusunun önemli bir bölümü bu savaşlarda yok olmuştu.

Türkiye tarihinde ise mezhep savaşı niteliğinde olan bir savaş örneği yoktur. Bundan dolayı laikliğin meşruiyeti için, “dinler, mezhepler arasındaki savaşları ortadan kaldırmak” gibi bir iddiaya sığınmak yanlıştır. Tarihi, gerçeği tahrif etmektir. Buna rağmen resmi tören günlerinde pek çok kimsenin, “Türkiye’de komşu ülkeler gibi mezhebi savaşlar ortaya çıkmadı ise…” diyerek uzayıp giden konuşmalarda yazılarda, iç barışın varlığı laiklik ile açıklanmaktadır. Eğer Türkiye’de de laiklik olmasaydı komşu ülkelerde görülen kıyamet manzaraları tekrarlanmış olacaktı denilmektedir.

Bu açıklamalar için örnek gösterilen komşu ülkeler elbette Irak ve Suriye’dir. Bu örneklerin kendi içinde bir tutarsızlığı vardır. Suriye’de altı yıldan beri devam eden iç savaşı, “kardeş savaşı ya da mezhep savaşı” diye adlandırmak apayrı bir yanlıştır. Zalim bir diktatöre karşı Suriye’de başlayan halk tepkisini, isyanını, mezhep savaşı diye isimlendirmek, bu halkın bir zalim tirana karşı olan direnişini lekelemektir. Doğru bir isimlendirme değildir. Irak’ta olup bitenler ise 2003’te ABD’nin ardından İran’ın bu ülkeyi işgal etmelerinin bir sonucudur. Evet bugün Irak’ta daha çok Sünni ve Şii Araplar/Türkmenler arasında görülen mezhebi savaşın hazırlayıcı nedeni bu ülkenin ABD/İran ortak işgalidir.

Unutulmamalıdır ki Suriye’de 1963’ten beri Irak’ta ise 1967’den beri iktidar partisi laik Baas Partileridir. Bu ülkelerde iç savaşların yaşanması bazılarının törenlerde iddia ettiği gibi laik olmayışlarından değil tam aksine bu ülkeleri laik Baas partisi yönetimleri iç savaşa sürüklemiştir. Laikliğin meşruiyeti ve kaçınılmazlığı için Türkiye tarihinden ve komşu ülkelerde yaşanan iç savaş örneklerinden verilen örnekler yanlıştır tutarsızdır. Avrupa’da sınıf mücadelesi sonunda ortaya çıkan bir sonucu, Türkiye gibi sınıf mücadelesinin yaşanmadığı bilinmediği ülkelerde tekrarlamak büyük zulümlerin baskıların gerekçesini oluşturmuştur. Temel insan haklarının garantisi olmak bir yana onların yok edilmesinin de hazırlayıcısı olmuştur.

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.