“Şapkamı koysam o bile seçilir” demişti S. Demirel.
S. Demirel’in bunu söylediğini hatırlıyorum.
“Ceketimi koysam seçilir” gibi bir söz de hatırlıyorum. Bu sözü kimin söylediğini bilmiyorum.
Ancak, tek başına şapkanın hiçbir temsil kabiliyeti yoktur. İnsanlar, o şapkaya oy verirken, şapkanın altındaki kafayı biliyorlar, tanıyorlar. İyi kötü, o kafanın neler yapabileceğini, nelere kadir olabileceğini geçmişte deneyimlemişlerdir. Bu durumun, insanlarda süreç içinde oluşturduğu bir güven vardır.
Bugünlerde, bu söylem ilk defa ‘Tuvalet Terliği’ne kadar düşmüş durumdadır.
Tuvalet terliği neyi sembolize ediyor, diye düşünmeye çalıştım.
Olsa olsa burada yazılı olarak ifade edemeyeceğim eylemi ifade eder. Belki, Gümüşhane- Bayburt yöresinin dilindeki ifadesini yazabilirim: ‘Tırıklamak’
Bu da her şeyi bir daha toparlanamaz hale getirmek, berbat etmek, yıkmak, mahvetmek… gibi anlamlara gelir.
21 senedir muhalefet olacaksınız. Ha bu seçimde, ha bir dahaki seçimde, İnce’nin deyimiyle, kazanmış da kazanmış denilen bir iktidara karşı zerre kadar umut olabilecek bir alternatif hazırlamaktan aciz bir ‘karikatür’ün, önüne aday olarak konulduğunu ve ‘Tıpış tıpış oy vereceksin’ denildiğini görünce, ister istemez ‘Bu sefer de tırıhladıh’ demenin sembolüdür ‘Tuvalet Terliği’…
Düşünün, mevcut iktidardan memnun değilsin.
Modern hayatın nimetlerini ve konforunu en çok sen arzu ediyorsun. Bu nimetlerden mahrum kalınca en çok sen şikayet ediyorsun.
100 senelik atalarının partisinden çalışmasını ve alternatif üretmesini, iktidarı devirmesini umuyor ve bekliyorsun. Bunu hakkın olarak görüyorsun.
15 senedir partinin yönetiminde tek tabanca olan bir kadro ve lider var.
Hiç olmadığı kadar geniş bir sosyolojiyi temsil kabiliyetine sahip olmuş.
Karşında karizmatik ve deneyimli bir lider var.
Sen de partinin başında iyi bir teknik direktör/ iyi bir lider görmek istiyorsun.
Ancak, senin de aslında içine sinmeyen ve yenilmeye doymamış pehlivan rolünü ustaca oynayan, ‘dediğim dedik (bana denilen dedik de olabilir) çaldığım düdük’ diyen kifayetsiz (benim kanaatim değil, bizzat kendi sosyolojisinin kanaati. bkz. ‘Aday olma’ kampanyaları…) adam adaylığını dayatıyor.
Ne yapacağına dair, saçmalamayacağı üç tane cümle kurmaya kalksa, en az 6 tane gaf yapıyor.
‘Dostları’ ile birlikte yönetecekmiş.
Göreceksiniz terör ile en sağlıklı mücadeleyi O verecek, Ama teröristlerle işbirliği yaptığını saklamaya bile gerek görmeyen partiye öyle sözler vermiş ki, dolaylı olarak kamuoyuna yansıyor. Bu konuda asla net değil. Sorsan, hepisi yalan…
Anayasanın tüm kutsal (!) maddelerini değiştirecek. Üniter yapı, özerklik vs. hepsini feda etmiş. Ama ‘Ne alakası var canım?’
Ekonomiyi, günlük gülistanlık yapacak. Ülkenin yerini bile bilmeyen ve gelmeyen ABD’li pahalı danışmanları var. Ne yaptıklarını biliyorlardır her halde…
Dostları O’na 300 milyar dolar ‘Temiz Para’ verecek. Uyuşturucu baronlarının parası.
Zaten vergiyi, uyuşturucu baronlarından, kaçakçılardan, hayali ihracatçılardan, kadın tüccarlarından, mafyadan vs. almak gerekir. Niye üreticiden alıyorsun ki…
Kürt sorunu ile ilgili 17 maddelik bir çözüm önerisi hazırlamış, ama hiçbir maddesini hatırlamıyor…
Şehirlere ülke, ülkelere şehir, ilçelere büyükşehir diyor.
Hangi ilde konuştuğunu bilmiyor.
Fındığı Urfa’ya, pamuğu Giresun’a mal ediyor…
Anlayacağınız kafa duman.
Ama sahte Profesör Dr. Şeyh Haydar’ın, ne idüğünü bilmediğim şeyh oğlunun mübarek ağzından, “Hiç önemli değil, Tuvalet terliği olsa bile’ oy vereceğiz” diyor.
Neden?
Neden yüzde 50’ye yakın bir sosyoloji, hiç memnun olmadığı bir iktidara karşı ortak akılla bir alternatif üretememiştir? Koskoca yüzde 50 dumur mu olmuş? Ne gibi bir mazereti olabilir ki?
Koca koca üniversiteler ver, siyaset, ekonomi bilimciler var. Yurt dışı tecrübesi olan insanlar var. Devlet tecrübesi olan insanlar var… Var oğlu var…
Beni Kılıçdaroğlu’na oy vermem için arayan bir arkadaşıma söyledim: “Bana bir sebep söyle. Ne yapacağını sen biliyor musun?”
Cevabı şöyle oldu: “Hele bir mevcudu gönderelim. Sonra bakarız”
Bu durumu Eric Hoffer, ünlü kitabı, ‘Kesin İnançlılar’da şöyle ifade eder:
“Haklı bir şikâyetimiz olduğu ve bize haksızlık yapanlardan intikam almak istediğimiz zaman, bizim tarafımızı tutacak kişiler aramamız akla yatkındır. Şaşırtıcı nokta şudur ki, nefretimiz elle tutulur bir şikâyetten ileri gelmediği ve bu şikâyetimizin pek de haklı görünmediği durumlarda, taraftar bulma arzumuz daha da şiddetlenmektedir. Bizim gibi nefret eden başkalarıyla birleşmeye bizi iten, genellikle işte bu haksız yere duyduğumuz nefrettir ve bu cins nefret, en etkili birleştirici etkenlerden bir tanesi olarak işlev görür. Bu çeşit nefretler nereden gelir ve nasıl bir birleştirici etkisi vardır? Bunlar bizim kendi özümüzdeki yetersizliği, değersizliği, suçluluğu ve diğer eksiklikleri bastırma çabamızın bir ifadesidir. Bu durumda kendini aşağı görme duygusu, başkalarından nefret etme kalıbına girer ve bunu maskelemek için çok kesin ve ısrarlı bir çaba sarf edilir. Açıkça bellidir ki, bunu yapmanın en etkili yolu, bizim gibi nefret eden mümkün olduğu kadar çok sayıda insan bulmaktır. Bu durumda olanların genel bir fikir birliğine büyük ihtiyaçları vardır. Hatta ikna ısrarlarımızın çoğunluğu, belki de inancımızdan çok, sebepsiz nefretimizden kaynaklanmaktadır.”
Velhasıl, Şapka, ceket, cübbe vs dururken, Tuvalet terliği metaforunu icad eden her kimse isabet etmiştir.
Yine tırıhladınız.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Günaydin
Tuvalet Terliği…
“Şapkamı koysam o bile seçilir” demişti S. Demirel.
S. Demirel’in bunu söylediğini hatırlıyorum.
“Ceketimi koysam seçilir” gibi bir söz de hatırlıyorum. Bu sözü kimin söylediğini bilmiyorum.
Ancak, tek başına şapkanın hiçbir temsil kabiliyeti yoktur. İnsanlar, o şapkaya oy verirken, şapkanın altındaki kafayı biliyorlar, tanıyorlar. İyi kötü, o kafanın neler yapabileceğini, nelere kadir olabileceğini geçmişte deneyimlemişlerdir. Bu durumun, insanlarda süreç içinde oluşturduğu bir güven vardır.
Bugünlerde, bu söylem ilk defa ‘Tuvalet Terliği’ne kadar düşmüş durumdadır.
Tuvalet terliği neyi sembolize ediyor, diye düşünmeye çalıştım.
Olsa olsa burada yazılı olarak ifade edemeyeceğim eylemi ifade eder. Belki, Gümüşhane- Bayburt yöresinin dilindeki ifadesini yazabilirim: ‘Tırıklamak’
Bu da her şeyi bir daha toparlanamaz hale getirmek, berbat etmek, yıkmak, mahvetmek… gibi anlamlara gelir.
21 senedir muhalefet olacaksınız. Ha bu seçimde, ha bir dahaki seçimde, İnce’nin deyimiyle, kazanmış da kazanmış denilen bir iktidara karşı zerre kadar umut olabilecek bir alternatif hazırlamaktan aciz bir ‘karikatür’ün, önüne aday olarak konulduğunu ve ‘Tıpış tıpış oy vereceksin’ denildiğini görünce, ister istemez ‘Bu sefer de tırıhladıh’ demenin sembolüdür ‘Tuvalet Terliği’…
Düşünün, mevcut iktidardan memnun değilsin.
Modern hayatın nimetlerini ve konforunu en çok sen arzu ediyorsun. Bu nimetlerden mahrum kalınca en çok sen şikayet ediyorsun.
100 senelik atalarının partisinden çalışmasını ve alternatif üretmesini, iktidarı devirmesini umuyor ve bekliyorsun. Bunu hakkın olarak görüyorsun.
15 senedir partinin yönetiminde tek tabanca olan bir kadro ve lider var.
Hiç olmadığı kadar geniş bir sosyolojiyi temsil kabiliyetine sahip olmuş.
Karşında karizmatik ve deneyimli bir lider var.
Sen de partinin başında iyi bir teknik direktör/ iyi bir lider görmek istiyorsun.
Ancak, senin de aslında içine sinmeyen ve yenilmeye doymamış pehlivan rolünü ustaca oynayan, ‘dediğim dedik (bana denilen dedik de olabilir) çaldığım düdük’ diyen kifayetsiz (benim kanaatim değil, bizzat kendi sosyolojisinin kanaati. bkz. ‘Aday olma’ kampanyaları…) adam adaylığını dayatıyor.
Ne yapacağına dair, saçmalamayacağı üç tane cümle kurmaya kalksa, en az 6 tane gaf yapıyor.
‘Dostları’ ile birlikte yönetecekmiş.
Göreceksiniz terör ile en sağlıklı mücadeleyi O verecek, Ama teröristlerle işbirliği yaptığını saklamaya bile gerek görmeyen partiye öyle sözler vermiş ki, dolaylı olarak kamuoyuna yansıyor. Bu konuda asla net değil. Sorsan, hepisi yalan…
Anayasanın tüm kutsal (!) maddelerini değiştirecek. Üniter yapı, özerklik vs. hepsini feda etmiş. Ama ‘Ne alakası var canım?’
Ekonomiyi, günlük gülistanlık yapacak. Ülkenin yerini bile bilmeyen ve gelmeyen ABD’li pahalı danışmanları var. Ne yaptıklarını biliyorlardır her halde…
Dostları O’na 300 milyar dolar ‘Temiz Para’ verecek. Uyuşturucu baronlarının parası.
Zaten vergiyi, uyuşturucu baronlarından, kaçakçılardan, hayali ihracatçılardan, kadın tüccarlarından, mafyadan vs. almak gerekir. Niye üreticiden alıyorsun ki…
Kürt sorunu ile ilgili 17 maddelik bir çözüm önerisi hazırlamış, ama hiçbir maddesini hatırlamıyor…
Şehirlere ülke, ülkelere şehir, ilçelere büyükşehir diyor.
Hangi ilde konuştuğunu bilmiyor.
Fındığı Urfa’ya, pamuğu Giresun’a mal ediyor…
Anlayacağınız kafa duman.
Ama sahte Profesör Dr. Şeyh Haydar’ın, ne idüğünü bilmediğim şeyh oğlunun mübarek ağzından, “Hiç önemli değil, Tuvalet terliği olsa bile’ oy vereceğiz” diyor.
Neden?
Neden yüzde 50’ye yakın bir sosyoloji, hiç memnun olmadığı bir iktidara karşı ortak akılla bir alternatif üretememiştir? Koskoca yüzde 50 dumur mu olmuş? Ne gibi bir mazereti olabilir ki?
Koca koca üniversiteler ver, siyaset, ekonomi bilimciler var. Yurt dışı tecrübesi olan insanlar var. Devlet tecrübesi olan insanlar var… Var oğlu var…
Beni Kılıçdaroğlu’na oy vermem için arayan bir arkadaşıma söyledim: “Bana bir sebep söyle. Ne yapacağını sen biliyor musun?”
Cevabı şöyle oldu: “Hele bir mevcudu gönderelim. Sonra bakarız”
Bu durumu Eric Hoffer, ünlü kitabı, ‘Kesin İnançlılar’da şöyle ifade eder:
“Haklı bir şikâyetimiz olduğu ve bize haksızlık yapanlardan intikam almak istediğimiz zaman, bizim tarafımızı tutacak kişiler aramamız akla yatkındır. Şaşırtıcı nokta şudur ki, nefretimiz elle tutulur bir şikâyetten ileri gelmediği ve bu şikâyetimizin pek de haklı görünmediği durumlarda, taraftar bulma arzumuz daha da şiddetlenmektedir. Bizim gibi nefret eden başkalarıyla birleşmeye bizi iten, genellikle işte bu haksız yere duyduğumuz nefrettir ve bu cins nefret, en etkili birleştirici etkenlerden bir tanesi olarak işlev görür. Bu çeşit nefretler nereden gelir ve nasıl bir birleştirici etkisi vardır? Bunlar bizim kendi özümüzdeki yetersizliği, değersizliği, suçluluğu ve diğer eksiklikleri bastırma çabamızın bir ifadesidir. Bu durumda kendini aşağı görme duygusu, başkalarından nefret etme kalıbına girer ve bunu maskelemek için çok kesin ve ısrarlı bir çaba sarf edilir. Açıkça bellidir ki, bunu yapmanın en etkili yolu, bizim gibi nefret eden mümkün olduğu kadar çok sayıda insan bulmaktır. Bu durumda olanların genel bir fikir birliğine büyük ihtiyaçları vardır. Hatta ikna ısrarlarımızın çoğunluğu, belki de inancımızdan çok, sebepsiz nefretimizden kaynaklanmaktadır.”
Velhasıl, Şapka, ceket, cübbe vs dururken, Tuvalet terliği metaforunu icad eden her kimse isabet etmiştir.
Yine tırıhladınız.