SON DAKİKA
Hava Durumu

Yavuz Sultan Selim Köprü Savaşı

Yazının Giriş Tarihi: 27.08.2016 23:10
Yazının Güncellenme Tarihi: 27.08.2016 23:10
İstanbul Boğazı’na yapılan üçüncü köprü, Yavuz Sultan Selim adıyla 26 Ağustos 2016’da hizmete açıldı. Hayırlı olsun diyerek bu açılışı karşılamak yerine, bazıları bundan da bir tartışma konusu çıkarmayı başardı. Aslında tartışma üç yıl önce temeli atıldığında başlamıştı. Türkiye’de sol çevrelerin köprüye karşı olmak gibi bir takıntıları vardır. Bu takıntının belki psikolojik bir açıklaması vardır ama siyasi bir açıklamasını bulmak oldukça müşkül bir konudur. Sol çevreler 1973’te birinci köprüye, 1988’de ikinci köprüye şimdi de üçüncüsüne şiddetle itiraz ettiler. İlerici kavramını kendi tekelinde bilen sol, ülke ekonomisini, ulaşımını, ticaretini ileri götürecek hemen her atılıma karşı çıkmıştır. İlginçtir bu atılımları gerçekleştirenlerde çoğunlukla sol çevrelerin “geri” diye yaftalamaya çalıştıkları çevreler olmuştur.

Köprü muhalifleri itirazlarını önceleri, köprüye ulaşacak yol güzergâhındaki ağaçların yok edileceği gibi bir iddiaya dayandırmıştı. Gerçi bu iddia külliyen mesnetsiz değildir. Köprü güzergâhında yol kenarında yapılan ağaçlandırma çalışmaları ile bu iddia geçersiz olmuştur. Ama aynı çevrelerin daha önce Koç Üniversitesi’nin boğaz kenarında, bir ormanın içine, orman tahrip edilerek yapılması gibi işlere itirazlarını daha önce duyan gören olmamıştır. Ağacı koruma iddiası, solun siyasi takıntılarını kapatan bir örtü durumuna gelmiştir.

Köprünün adının “Yavuz Sultan Selim” diye açıklanması ile birlikte, köprü muhalifleri de itirazlarını yavaş yavaş bu iddia üzerine toplamışlardır. Aleviler bu isimlendirmeden rahatsız oluyorlarmış. Köprü adına Aleviler adına itiraz edenlerin neredeyse hiç birisi Alevi değil. Belli kir itirazlarına toplumsal bir kesimin desteğini temin etmek için, Alevilerin adını kullanmayı tercih ediyorlar. Böylesi bir tutumun iyi niyetten hayli uzak sorun çıkarmayı ya da sorunu büyütmeyi amaçladığı açıktır.

Türkiye’de Alevilerin Yavuz Sultan Selim adına itiraz etmelerinin sebebi oldukça eskiye dayanır. Yavuz’un kırk bin Alevi’yi katlettirdiği iddiası yeni değildir. Bu iddianın temeli de bazı çevrelerin “evliya” payesiyle yere göğe sığdıramadığı İdris-i Bitlisi’ye dayanmaktadır. Kırk bin Alevinin katledilmesine İdris Efendi şahit olmuş mudur? Hayır olmamıştır. İddiası için bir kaynak göstermiş midir? Hayır, onu da yapmamıştır. Sadece ortaya bir inci koymuştur. Onun bu incisi de 500 yıldan beri yuvarlanmaktadır.

Yavuz’dan önce Anadolu’da doğudan batıya doğru pek çok yerde yaygın olan Safavi tarikatı bağlıları çıkardıkları isyanlarla Osmanlıları bir beka sorunuyla karşı karşıya getirmiştir. 1511’de Antalya’da başlayan Şahkulu isyanı Bursa/Yenişehir’e kadar ulaşmış burada güçlükle bastırılmıştır. Böyle bir hengâmede, babasının Safavi bağlılarına karşı yeterince tedbir almadığı iddiası ile isyan eden Yavuz’un isyanı da bastırılmıştır. Ancak ordu içinde giderek Yavuz taraftarlarının çoğalması üzerine Padişah II. Bayezit tahtını 1512’de Yavuz’a bırakmıştır. Yavuz’un bir darbeyle iktidarı devraldığı iddiası bu bakımdan inandırıcı değildir.

Hiçbir normal insan kendi yaptıklarını bütünüyle beğenmez. Yaptıklarının üzerinden zaman geçince “keşke şu işi yapmasaydım ya da öyle değil de böyle yapsaydım” dediği örnekler vardır. Beş yüz yıl önce padişah olan Yavuz’un bazı işlerini de “keşke olmasaydı ya da öyle değil de böyle olsaydı” diye değerlendirmek mümkündür. Bu değerlendirme elbette kişiden kişiye değişebilir. Ancak nasıl bir değerlendirme olursa olsun, Yavuz’un Anadolu’da Osmanlıları beka sorunundan kurtardığı, en büyük rakip (yada düşman) bildiği Safavilere karşı kazandığı zaferle onları bir beka sorununa getirdiği kesindir. Safavilere ve Memlüklülere karşı kazandığı zaferlerle Osmanlı tarihinin seyrini değiştirmiştir. Böyle bir ismi hatırlatacak şekilde kullanılmasında bir yanlışlık ya da Alevilere karşı bir siyasi tutum aramak büyük bir yanlıştır.

Teslim edilmelidir ki Yavuz’un şiddetli tedbirleri Safaviler hesabına Anadolu’da çalışanlar içindir. Yoksa bir mezhebi ortadan kaldırma amacını gösterecek bilgiye sahip değiliz. Böyle bir amacın olması da elbette yanlıştır. Çünkü bir mezhebi devam ettirecek veya ettirmeyecek olan onun bağlılarının özgür iradeleriyle aldıkları kararlarıdır. Padişahın, hükümetin kararı ile olacak iş değildir.

Şunu da teslim etmeliyiz ki Yavuz’un Anadolu’da Safavi isyancılarını engelleme çabalarına karşılık Şah İsmail Azerbaycan’da İran’da halkın zorla mezhebini değiştirmiştir. Bunun için acımadan on binlerce insanı katlettirmiştir. Şehir meydanlarında, “Şii oldum, Ebubekir’e Ömer’e lanet olsun” demeyenlerin öldürüldükleri törenler yaptırmıştır. Bunlar elbette tarihin konularıdır. Aleviler de, “Şah İsmail Sünnileri katlettirdiği için” ona bağlılık duyuyor değillerdir. Kendi dini anlayışlarının önderi ve şiirsel açıklayıcısı olduğu için ona bir bağlılık duymaktadırlar.

Günümüzde Yavuz ve İsmail rekabetini sürdürmenin hiçbir anlamı yoktur. Hükümet Yavuz’un adını görünür hale getirdiği gibi, meydanlara, üniversitelere, barajlara vb yerlere keşke İsmail’in adını vermiş olsa bunun son derece anlamlı ve değerli bir tutum olacağı açıktır. Her ismi toplumun her kesimi beğenmeyebilir. Ama toplumun önemli bir kesiminin aziz bildiği tarihi isimleri yok saymanın da kimseye bir faydası yoktur. Türkiye’de ve Azerbaycan’da Yavuz ve İsmail isimlerinin kullanılması güzel bir gelecek için iyi bir başlangıç olmaz mı?

 
Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.