Kıyamete yakın bir zamanda bir ‘Mehdi’nin zuhur edeceğine ve Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceğine inanmadım hiçbir zaman. Ancak, kendini Hz. İsa olarak tanıtan ya da ‘Mehdi’ olduğunu söyleyen/ ima eden hiç kimse ile alay etmedim. ‘Sen mehdi değilsin’ ya da ‘Sen sahte İsa’sın’ demedim.
Kıyamete yakın zamanda bir ‘Mehdi’nin zuhur edeceğine ve Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceğine inanan arkadaşlarımın neredeyse hiçbirisi ne Mehdi’ye, ne de İsa’ya inandılar. Ben onlara sordum: Ya gerçek bir Mehdi/ İsa ise? Ve sen onu inkar ediyorsan?
Mehdi ya da İsa olduğunu iddia edenlerin onlarcasının mesajlarını dinledim. Çağırdıkları iyi şeylere de inandım. Çağrılarının ardını getirmedikleri için unutulup gittiler.
90’lı yılların sonunda Adana’dan Bursa’ya kendini ‘Adana Peygamberi’ (Yöresel Peygamber) olarak tanıtan bir ‘Hoca’ gelmişti. Onu dinledim. Sorular sordum. Ancak, argümanlarını kendi peygamberliğini inkar edebilecekler üzerine kurduğu için, Kur’an’dan peygamberlikle ilgili ayetlerin yorumu üzerinde çokça durdu. Gerçekten peygamber olduğunu kabul ettirmek istiyordu. Ben ona dedim ki: “Sana ‘peygamber değilsin’ demedim ki. Neden Peygamberliğini ispata çalışıyorsun? Sen bana getirdiğin mesajı anlat. Makul bulursam, beni iyi bir şeye çağırırsan sana tabi olacağım. Hakkını yemeyeyim, Ondan öğrendiğim bir ayet yorumunu (aslında ayetin doğru çevirisini) zikretmeden geçemeyeceğim: Enbiya süresinin 87. Ayetinde Yunus peygamberle ilgili geçen ve meallerin ‘Bizim Ona güç yetiremeyeceğimizi sandı’ cümlesinin yanlış çevrildiğini, ‘Yunus peygamberin, Allah’ın ona güç yetiremeyeceğini sanmasının muhal olduğunu, aslında ‘Bizim onun aleyhine sistemi çalıştırmayacağımızı / ölçüyü uygulamayacağımızı/ ona bir kıyak yapacağımızı (En len nakdira aleyh) sandı.’ Şeklinde çevrilmesi gerektiğini söyledi. Bu anlam ve yorumun Arapça kurallarına ve Kur’an’daki ‘Kadera ala’ kullanımlarına daha uygun olduğunu gördüm.
Merak ediyorsunuz değil mi? Ona tabi oldum mu? Hayır, olmadım. Hem ciddi bir tutarlılık sorunu yaşadığını, öfkesini kontrol edemediğini ve daha mesajını dinlemeye fırsat vermediği ahaliyi toptan küfür ile itham ettiğini gördüm. Ayrıca Bursa’dan da ümmetine müntesip kabul etmediğini üzülerek görmüştüm
Bunları niye anlattım? Öteden beri 610 yılında Mekke’de yaşayan birisi olsaydım, Hz. Peygamber’e itaat edenlerden mi olacağımı, yoksa karşıt cephede mi yer alacağımı sorgulayıp duruyordum. Bunu öğrencilerim de bana sürekli soruyor. Bugün ki aklım ve karakterimle orada yaşasaydım, Hz. Peygamberi de bir ‘İyilik savaşçısı’ olarak tanısaydım, kınayanların kınamasına hiç aldırış etmeden canımla malımla ardından giderdim. Peygamber olmadan önce de yanında yer alırdım. O’ndan bir mucize göstermesini asla istemezdim. Hira’da ne olduğunu, O’na gelenin melek mi ilham mı olduğunu merak etmezdim. Ağzından çıkan kavillerin Allah’ın ezeli kelamı mı, Yoksa kendisinin kalbine ruh olarak vahy edilip, kendisinin mi kavil haline getirdiğini merak etmezdim. Ağzından çıkan sözlerin, kendi sözü mü, vahy mi olduğunu sormazdım.
Sözün kendisine bakardım. Çağırdığı şeyin ‘İyi olup olmadığına’ bakardım. Eğer beni zulme, haksızlığa karşı ‘Allah’ın yardımcısı’ olmaya çağırıyorsa ve çağrı aklımla/ vicdanımla/ ruhumla mutabık ise, halkımızın deyimiyle ‘Seni Allah gönderdi’, ‘Seni Allah söyletti’ der, O’na salat ederdim. O’na Salat etmek, O’na namaz kılmak demek değildir. O’na iman etmek, O’na itaat etmek, O’nu desteklemek, O’na yardım etmek- özetle- O’na biat etmek demektir.
Bütün mesele ne kadar acaip/ duyulmadık olursa olsun ve kim, kim adına dillendirirse dillendirsin, önyargısız bir şekilde ‘Sözü dinleyip, en güzeline tabi olan’ bir karaktere sahip olmakta yatıyor. Kim ‘Hakk’ı söylüyorsa, O Allah’ın kelimesidir ve onu Allah konuşturuyor’ diye düşünmek gerekir. En önemlisi de ‘İyilik savaşçısı birer ‘El’emin’ (Aktif iyi) olmaktır. Aktif iyilere salat ve selam olsun.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Günaydin
Peygamberleri kim söyletiyor?
Kıyamete yakın zamanda bir ‘Mehdi’nin zuhur edeceğine ve Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceğine inanan arkadaşlarımın neredeyse hiçbirisi ne Mehdi’ye, ne de İsa’ya inandılar. Ben onlara sordum: Ya gerçek bir Mehdi/ İsa ise? Ve sen onu inkar ediyorsan?
Mehdi ya da İsa olduğunu iddia edenlerin onlarcasının mesajlarını dinledim. Çağırdıkları iyi şeylere de inandım. Çağrılarının ardını getirmedikleri için unutulup gittiler.
90’lı yılların sonunda Adana’dan Bursa’ya kendini ‘Adana Peygamberi’ (Yöresel Peygamber) olarak tanıtan bir ‘Hoca’ gelmişti. Onu dinledim. Sorular sordum. Ancak, argümanlarını kendi peygamberliğini inkar edebilecekler üzerine kurduğu için, Kur’an’dan peygamberlikle ilgili ayetlerin yorumu üzerinde çokça durdu.
Gerçekten peygamber olduğunu kabul ettirmek istiyordu. Ben ona dedim ki: “Sana ‘peygamber değilsin’ demedim ki. Neden Peygamberliğini ispata çalışıyorsun? Sen bana getirdiğin mesajı anlat. Makul bulursam, beni iyi bir şeye çağırırsan sana tabi olacağım.
Hakkını yemeyeyim, Ondan öğrendiğim bir ayet yorumunu (aslında ayetin doğru çevirisini) zikretmeden geçemeyeceğim:
Enbiya süresinin 87. Ayetinde Yunus peygamberle ilgili geçen ve meallerin ‘Bizim Ona güç yetiremeyeceğimizi sandı’ cümlesinin yanlış çevrildiğini, ‘Yunus peygamberin, Allah’ın ona güç yetiremeyeceğini sanmasının muhal olduğunu, aslında ‘Bizim onun aleyhine sistemi çalıştırmayacağımızı / ölçüyü uygulamayacağımızı/ ona bir kıyak yapacağımızı (En len nakdira aleyh) sandı.’ Şeklinde çevrilmesi gerektiğini söyledi. Bu anlam ve yorumun Arapça kurallarına ve Kur’an’daki ‘Kadera ala’ kullanımlarına daha uygun olduğunu gördüm.
Merak ediyorsunuz değil mi? Ona tabi oldum mu?
Hayır, olmadım. Hem ciddi bir tutarlılık sorunu yaşadığını, öfkesini kontrol edemediğini ve daha mesajını dinlemeye fırsat vermediği ahaliyi toptan küfür ile itham ettiğini gördüm. Ayrıca Bursa’dan da ümmetine müntesip kabul etmediğini üzülerek görmüştüm
Bunları niye anlattım?
Öteden beri 610 yılında Mekke’de yaşayan birisi olsaydım, Hz. Peygamber’e itaat edenlerden mi olacağımı, yoksa karşıt cephede mi yer alacağımı sorgulayıp duruyordum. Bunu öğrencilerim de bana sürekli soruyor.
Bugün ki aklım ve karakterimle orada yaşasaydım, Hz. Peygamberi de bir ‘İyilik savaşçısı’ olarak tanısaydım, kınayanların kınamasına hiç aldırış etmeden canımla malımla ardından giderdim. Peygamber olmadan önce de yanında yer alırdım.
O’ndan bir mucize göstermesini asla istemezdim. Hira’da ne olduğunu, O’na gelenin melek mi ilham mı olduğunu merak etmezdim. Ağzından çıkan kavillerin Allah’ın ezeli kelamı mı, Yoksa kendisinin kalbine ruh olarak vahy edilip, kendisinin mi kavil haline getirdiğini merak etmezdim. Ağzından çıkan sözlerin, kendi sözü mü, vahy mi olduğunu sormazdım.
Sözün kendisine bakardım. Çağırdığı şeyin ‘İyi olup olmadığına’ bakardım. Eğer beni zulme, haksızlığa karşı ‘Allah’ın yardımcısı’ olmaya çağırıyorsa ve çağrı aklımla/ vicdanımla/ ruhumla mutabık ise, halkımızın deyimiyle ‘Seni Allah gönderdi’, ‘Seni Allah söyletti’ der, O’na salat ederdim. O’na Salat etmek, O’na namaz kılmak demek değildir. O’na iman etmek, O’na itaat etmek, O’nu desteklemek, O’na yardım etmek- özetle- O’na biat etmek demektir.
Bütün mesele ne kadar acaip/ duyulmadık olursa olsun ve kim, kim adına dillendirirse dillendirsin, önyargısız bir şekilde ‘Sözü dinleyip, en güzeline tabi olan’ bir karaktere sahip olmakta yatıyor. Kim ‘Hakk’ı söylüyorsa, O Allah’ın kelimesidir ve onu Allah konuşturuyor’ diye düşünmek gerekir.
En önemlisi de ‘İyilik savaşçısı birer ‘El’emin’ (Aktif iyi) olmaktır.
Aktif iyilere salat ve selam olsun.