Bir önceki yazıda Türkiye’nin seküler bir ülke olduğunu yazdık. Ama eskiye nazaran daha az seküler olduğunu belirttik. Şimdi ne demek istediğimizi güzelce açıklayalım.
Seküler demek, günlük hayatta dinin emir ve yasaklarına ehemmiyet vermemek demektir. İnancı konu almaz. Amele bakar. Yani “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözü gibi seküler tanımı da yapılan işlere bakılarak kullanılır.
Diyelim, Müslüman bir zat var. Maşallah, Cuma’dan Cuma’ya namazını kılıyor. Ramazan’dan Ramazan’a orucunu tutuyor. Ancak beş vakit namaz kılmıyor. Giyimi de Müslümana yakışır cinsten değil.
Gel zaman git zaman, farz edelim beş yıl sonra, aynı zat beş vakit namaza başlıyor. Ama bir türlü kıyafetine dikkat etmiyor. Dapdar pantolonlar giyiniyor, halı saha maçlarına diz üstü şortlarla çıkıyor.
İşte bu zat, 5 yıl öncesine göre daha az sekülerdir. Bu duruma desekülerleşme deniyor. 5 yıl önce bu kişi sekülerdi zaten. Beş yıl sonra beş vakit namaza başladığı için ise daha az seküler.
Tam tersi de mümkün: Daha önce beş vakit namaz kılıyordu. Şimdi bıraktı. Yani sekülerleşti.
İslâmî ıstılahta bir kişi namazı bıraksa imanı zayıflamış deriz. Yani bir bakıma sekülerleşmek aslında iman zayıflığıdır. Desekülerleşme ise imanın güçlenmesidir.
Peki Türkiye’nin bir elli – altmış yıl öncesine göre durumu nicedir?
Bir önceki yazımızda laiklik ve sekülerlik arasında bir ilişki kurmuştuk. Demiştik ki laiklik sekülerliği teşvik eder, seküler bir toplum da laikliği ister.
O hâlde, Türkiye’nin gittikçe sekülerlikten uzaklaşıp uzaklaşmadığını anlayabilmek için laiklik ve sekülerlik ilişkisini kullanabiliriz.
28 Şubat süreci öncesinde Türkiye’de laiklik din düşmanlığı seviyesinde uygulanıyordu. Başörtüsü yasaktı. Muhafazakâr düşünce ve uygulamalar fena görülüyordu. Dolayısıyla toplum ister istemez seküler davranmaya gayret ediyordu.
Bugün ise, özellikle 25 yıllık Ak Parti iktidarı sayesinde muhafazakâr düşünce ve uygulamalar kendisini ifade edebileceği bir alan buldu. Devlet, artık din düşmanlığı yapmıyordu. Aslında bir bakıma laikliği uyguluyordu. Zira laiklik demek din özgürlüğü demektir.
İslâm, baskı altında kalmayınca varlığını daha fazla hissettirdi. Mesela İmam Hatip ve İlâhiyat mezunu arttı. Cami ve imam sayısı da arttı. Ama camiler boş kalmadı. Cami sayısı artmasına karşın cemaat camileri boş bırakmadı.
Başörtüsü yasağı kalkınca hanım kardeşlerimiz özgürce tesettüre girdi.
Böylece son 25 yılda Türk milletinin imanı arttı. İmanı artınca amelleri arttı. İslâm daha görünür oldu. Dolayısıyla Türkiye, eskiye nispeten daha az seküler hâle geldi. Yani Türkiye desekülerleşen bir ülkedir.
Müslümancasını söyleyecek olursak, ülkemiz gün geçtikçe dindarlaşıyor. İslâm’ı yaşayanların sayısı artıyor. Daha da önemlisi, İslâm’ı yaşayanların kendine güveni artıyor. Bu noktada en büyük özgüven patlaması 15 Temmuz gecesi ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz, Müslümanların canı pahasına ülkesini savunacağını, onlarca baskıya rağmen buradan hiçbir yere gitmeyeceğinin nişânesi olmuştur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
ŞehirMedya
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ekmel KILIÇ
Türkiye Ne Kadar Seküler?
Bir önceki yazıda Türkiye’nin seküler bir ülke olduğunu yazdık. Ama eskiye nazaran daha az seküler olduğunu belirttik. Şimdi ne demek istediğimizi güzelce açıklayalım.
Seküler demek, günlük hayatta dinin emir ve yasaklarına ehemmiyet vermemek demektir. İnancı konu almaz. Amele bakar. Yani “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözü gibi seküler tanımı da yapılan işlere bakılarak kullanılır.
Diyelim, Müslüman bir zat var. Maşallah, Cuma’dan Cuma’ya namazını kılıyor. Ramazan’dan Ramazan’a orucunu tutuyor. Ancak beş vakit namaz kılmıyor. Giyimi de Müslümana yakışır cinsten değil.
Gel zaman git zaman, farz edelim beş yıl sonra, aynı zat beş vakit namaza başlıyor. Ama bir türlü kıyafetine dikkat etmiyor. Dapdar pantolonlar giyiniyor, halı saha maçlarına diz üstü şortlarla çıkıyor.
İşte bu zat, 5 yıl öncesine göre daha az sekülerdir. Bu duruma desekülerleşme deniyor. 5 yıl önce bu kişi sekülerdi zaten. Beş yıl sonra beş vakit namaza başladığı için ise daha az seküler.
Tam tersi de mümkün: Daha önce beş vakit namaz kılıyordu. Şimdi bıraktı. Yani sekülerleşti.
İslâmî ıstılahta bir kişi namazı bıraksa imanı zayıflamış deriz. Yani bir bakıma sekülerleşmek aslında iman zayıflığıdır. Desekülerleşme ise imanın güçlenmesidir.
Peki Türkiye’nin bir elli – altmış yıl öncesine göre durumu nicedir?
İnsanların imanları azalmış mı yoksa artmış mıdır? Yani sekülerleşmiş miyiz yoksa desekülerleşmiş miyiz?
Bir önceki yazımızda laiklik ve sekülerlik arasında bir ilişki kurmuştuk. Demiştik ki laiklik sekülerliği teşvik eder, seküler bir toplum da laikliği ister.
O hâlde, Türkiye’nin gittikçe sekülerlikten uzaklaşıp uzaklaşmadığını anlayabilmek için laiklik ve sekülerlik ilişkisini kullanabiliriz.
28 Şubat süreci öncesinde Türkiye’de laiklik din düşmanlığı seviyesinde uygulanıyordu. Başörtüsü yasaktı. Muhafazakâr düşünce ve uygulamalar fena görülüyordu. Dolayısıyla toplum ister istemez seküler davranmaya gayret ediyordu.
Bugün ise, özellikle 25 yıllık Ak Parti iktidarı sayesinde muhafazakâr düşünce ve uygulamalar kendisini ifade edebileceği bir alan buldu. Devlet, artık din düşmanlığı yapmıyordu. Aslında bir bakıma laikliği uyguluyordu. Zira laiklik demek din özgürlüğü demektir.
İslâm, baskı altında kalmayınca varlığını daha fazla hissettirdi. Mesela İmam Hatip ve İlâhiyat mezunu arttı. Cami ve imam sayısı da arttı. Ama camiler boş kalmadı. Cami sayısı artmasına karşın cemaat camileri boş bırakmadı.
Başörtüsü yasağı kalkınca hanım kardeşlerimiz özgürce tesettüre girdi.
Böylece son 25 yılda Türk milletinin imanı arttı. İmanı artınca amelleri arttı. İslâm daha görünür oldu. Dolayısıyla Türkiye, eskiye nispeten daha az seküler hâle geldi. Yani Türkiye desekülerleşen bir ülkedir.
Müslümancasını söyleyecek olursak, ülkemiz gün geçtikçe dindarlaşıyor. İslâm’ı yaşayanların sayısı artıyor. Daha da önemlisi, İslâm’ı yaşayanların kendine güveni artıyor. Bu noktada en büyük özgüven patlaması 15 Temmuz gecesi ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz, Müslümanların canı pahasına ülkesini savunacağını, onlarca baskıya rağmen buradan hiçbir yere gitmeyeceğinin nişânesi olmuştur.